Sonuç

Ankara’dan 10 Mayıs 1921’de, Türk milliyetçiliği konusundaki bu kısa incelememin basımevini boyladığı sıralarda ayrıldım. 1921 yılının Ağustos ayı sonlarında Anadolu’daki savaş en sert ve acımasız bir biçimde sürüyordu.

 

Bu kez İngiliz emperyalizmi maskesini atmış, -bugünkü İngiltere’nin başındakiler- M. Lloyd George, Lord Curzon, War Office açıktan açığa saldırmaya başlamışlar; İngiliz birlikleri, İngiliz kurmay heyetleri, İngiliz deniz piyadeleri, Yunan ordusu saflarında yer almışlardı. Acaba Yunanlılara söz verilen neydi? İstanbul, İzmit, İzmir, Aydın, Konya ve çevresi. Bunlar çok büyük bir ödüldü. Yunanlılar Türkiye’ye egemen olacaklar, İngiltere yeni Yunanistan’ın koruyucusu ve Konstantin de bu yeni imparatorluğun Vice-Roi’sı -başka bir devlete bağlı kral- olacak. İşte Yunan ordusuna yeni bir güç ve ruh kazandıracak ödüller bunlardı.

 

Bu orduya büyük ölçüde savaş malzemesi yardımı yapılıyor ve İngilizler Yunanlılardan hiçbir şeyi esirgemiyorlar. Böylelikle, onların insanca kayıplarını en az dereceye indirmeye çalışıyorlardı. Saldırı sıra ile her cepheden yapılmaktaydı. Saldırılar Marmara bölgesinde, Karadeniz bölgesinde, sonra da Ankara’ya doğru yönelmekteydi. Anadolu’nun en güzel köşeleri işgal edilmiş, çiğnenmiş ve tahrip edilmiş, buraların halkı, daha uzak bölgelere kaçmıştı. Düşman bugünlerde Ankara’yı tehdide başlamıştı. Acaba istilâ bu kentin kapılarında durdurulabilecek miydi? Buna şimdiden bir cevap vermek olanaksız. Ama o zaman her şey bitmiş olacak?

 

Hayır, bu müthiş saldırının baskısı altında Ankara soğukkanlılığını kaybetmedi. Millî hareketin askerî şeflerini suçlamak gibi, onarımı olanaksız bir hatayı işlemedi. Direniş hareketinin büyük şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa, İsmet (İnönü) Paşa, Refet (Bele) Paşa yine eski komuta mevkilerinde kaldılar ve bugünün en güçlü devlet adamı Mustafa Kemal Paşa idi, yine herkesin saydığı bir kişi olarak mücadeleye devam etti. Bu böylece sürüp gittiği, Anadolu, onu parçalamak isteyen çabalara karşı durduğu sürece, hiçbir şey kaybedilemez. Çünkü bütün halk ve İslâm dünyası onunla beraberdir.

 

Tanklar, diğer zırhlı vasıtalar, ağır toplar ve İngiliz sömürge askerlerinin saldırısı, ekim ayında yağacak karın karşısında pek fazla bir şey ifade etmeyecek. Kış, harekâtı olumsuz bir biçimde etkileyecek gibi görünüyor.

 

Uğratılan zararlar büyük, yapılan hakaretler ise daha kötüdür; ama İslâm dünyası uğradıkları bu büyük haksızlığı asla unutmayacak, hatta Müttefiklerin saflarında bile, en iyi savunucularını bulacaklardır. Bunların başında Fransızlar, -hatta bazı İngilizler- bu kötü hareketleri yapanları suçlamak için seslerini yükselteceklerdir. Londra’da bütün bir kamuoyu, olan olaylardan dolayı üzgündür. Paris ve Roma’da da halk protesto gösterilerinde bulunmaktadır.

 

Fransa’nın aydın sınıfının oluşturduğu kamuoyu Anadolu’daki saldırılar karşısında isyan etmiştir. Ankara’dan dönüşümde burada, Türklerin davasına karşı büyük bir sempati, düşmanlara karşı da büyük bir öfke buldum. Hiçbir Fransız, rakipleri ve düşmanları tarafından, Türkiye ile aramızda yaratılan soğuk havayı hatırlamak istememektedir. Burada herkes, halen aramızda var olan bazı güçlüklere rağmen, Türkiye’nin yanındadır. Her konferansta Fransızlar, Türkiye’nin küçültülmesine karşı çıkmaktadırlar. İşte oradaki dostlarımızın bunları unutmaması gerekir. Ben de Ankara’da yaptığım sıcak, fakat her zaman dostane tartışmalarda onlara bunu defalarca söyledim ve bugün de aynı görüşümü koruyorum.

 

Söylediklerime ekleyebileceğim tek şey, yaptığım bu gezi sırasında, gördüklerimden çok derin bir heyecan ve acı duyduğumdur. Herkesin bana karşı çok içten davranışı, benim için nazik bir şekilde büyük zahmet ve fedakârlıklara katlanışı, boş laflardan kaçınmaları, düşmanın bu çok saçma haksızlığı kadar, beni heyecanlandırdı.

 

Onların davalarını savunmayacağım. İngiltere ile İslâm dünyası arasında barış ancak, hâlen İngiliz İmparatorluğu’nu yönetenlerin yerlerini, bambaşka bir görüşteki kişiler aldığı zaman gerçekleşebilir.

 

Biz Fransızlara gelince, bizim fikirlerimiz değişmeyecektir. İslâmla uyuşma içindeyiz. Biz bağımsız ve güçlü, modern fakat geleneklerine bağlı bir Türkiye istiyoruz. Fikir ve gayelerimizden birçoğunu kişiliklerinde bulduğumuz şefleri hakkında sempati besliyoruz. Genç milliyetçilerin teorileri bizi şaşırtmadı. Celâleddin Arif’in şu sözü bize hiç de yabancı gelmedi: ”Herkes vatanında hürdür.”

 

Hiçbir şeyi çözümlemeden biten savaşlardan sonra Doğu’daki dostlarımız akıl danışmaya geldikleri zaman, aradıkları anlayışı, her yerden çok bizde bulmayacaklar mı?

 

Türk millî hareketi düşmanı kesin yenecektir. Çünkü o hareket yüksek bir ideale dayanıyor; çünkü bu hareketi yönetenler kendi şahsî çıkarlarını unutmuşlardır; çünkü onlarda büyük bir ruh ve iman var.

 

İşte, Eskişehir’de, Ankara’da gördüklerim bunlar. Oralarda herkesin hayatını paylaştım. Üstün kuvvetlere karşı inatla sürdürülen savaşı izledim. Bana karşı gösterilen güven, sıcak ve içten karşılama, bende hatıraların en derinini bıraktı. Bir sürü işleri arasında Anadolu’daki dostlarım bu kadın yolcuyu kollayıp gözetmek olanağını buldular. O da, onlarla, bazen bir dost gibi acı konuştu, fakat kendisini, samimiyetinden hiç şüphe etmeksizin dinlemiş olmalarından dolayı onlara minnettardır.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2709

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin