Osmanlılar döneminde yaşamış olan Türk bilginlerinin bilimsel
faaliyetleri hakkındaki bilgilerimiz yeterli değildir. Çoğu, zamanın
bilim dili olan Arapça ile yazılmış bilimsel eserlerin büyük bir kısmı
henüz incelenmediği için, Osmanlı bilim tarihine ilişkin genel
yargılarda bulunmaktan şimdilik kaçınmak gerekir. Ancak XVI. yüzyılın
ünlü bilginlerinden Takîyüddîn’in astronomi ve matematik sahalarındaki
çalışmaları, gelişmiş bir bilimsel bilgi birikimine ilişkin çok güçlü
ipuçları vermektedir.
Osmanlılar dönemindeki bilimsel etkinlikler, Gelenekçi Dönem ve
Yenilikçi Dönem olarak adlandırabileceğimiz iki ayrı başlık altında
incelenebilir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul Gözlemevi’nin
yıkılışına kadar geçen birinci dönemde, bilimsel araştırmalar
Selçuklular aracılığıyla İslâmî birikimden aktarılan geleneksel
kuramlar çerçevesinde yürütülmüşken, İstanbul Gözlemevi’nin
yıkılışından Türkiye Devleti’nin kuruluşuna kadar geçen ikinci
dönemde, başta matematik, astronomi, coğrafya, tıp ve mühendislik
alanları olmak üzere Batı’dan aktarılan yeni kuramlara
dayandırılmıştır.
Osmanlılarda yaklaşık olarak üçer asır süren yükseliş ve çöküş süreci,
siyasî bir süreçtir ve Osmanlı Dünyası’ndaki bilimsel etkinlikler,
Fâtih dönemi bir yana bırakılacak olursa, siyasî yükseliş ve çöküşe
koşut bir gelişme izlememiştir. Osmanlı Türkleri, daha Selçuklular
döneminde, belki de daha öncesinde İslâm medeniyetiyle ve bu
medeniyetin genel gelişim seyriyle bütünleştikleri için, 12. yüzyıldan
sonra giderek önemini ve değerini yitirmeye başlayan bilimsel
yaratıcılığın düşüşünden kısmen de olsa etkilenmişlerdir. Gerçi bu
dönemde, gerek Osmanlı sahasında ve gerekse bu sahanın dışındaki
sahalarda bu düşüşü durdurmaya çalışan Nasîrüddin el-Tûsî gibi, Uluğ
Bey gibi ve Takîyüddîn ibn Maruf gibi çok değerli bilginler
yetişmiştir; ancak bunların çabaları bilimsel etkinliklerin
gerileyişini, yavaşlatmaya yetmiş olsa bile, durdurmaya yetmemiştir.
12. yüzyıldan sonra yapılan çalışmalar genellikle özgün değildir ve
eskileri özetlemek, kısaltmak ve uzatmak ve yorumlamak gibi özü
itibariyle yenileyici değil yineleyici bir yaklaşımın ürünüdür.
14. yüzyılda bütün kurum ve kuruluşlarıyla İslâmiyeti koruma ve yayma
görevini üstlenen Osmanlılar, 17. yüzyıldan itibaren Hıristiyan
Avrupa’nın bilim ve tekniğe dayandırılmış askerî mekanizması
karşısında başarısız olmaya başlayınca, siyasî, iktisadî ve askerî
alanlar başta olmak üzere hemen hemen her alanda yeni düzenlemeler
yapmak mecburiyetinde kalmışlar ve bu düzenlemeler sırasında,
genellikle Avrupalıların oluşturmuş oldukları modellerden yararlanma
yoluna gitmişlerdir. 17. ve 20. yüzyıllar arasında, bilim alanında da
benzer gelişmeler yaşanmış ve giderek genişleyen ve derinleşen bir
Batılılaşma süreci sonunda Aristoteles, Galenos ve Batlamyus gibi
Yunanlılar ile İbn Sinâ ve Beyrûnî gibi Müslümanlar tarafından temsil
edilen geleneksel bilim kuramları bırakılarak Avrupa’da üretilmiş yeni
kuramlara geçilmiştir.
Fizik
Geleneksel fizik çalışmaları bu dönemde de sürmüş ve Takîyüddîn optik
alanında, Yanyalı Esad Efendi ise mekanik alanında önemli çalışmalar
yapmışlardır.
Çağdaş fizik ise on dokuzuncu yüzyılın başında Mühendishane-i Berrî-i
Hümâyûn Başhocalarından İshak Hoca’nın Matematiksel Bilimler Derlemesi
adlı yapıtıyla girmiş ve yayılmıştır.
Takîyüddîn
Takîyüddîn bu dönemin en büyük bilginidir. Matematik ve astronomi
başta olmak üzere birçok alanda araştırmaları vardır. Özellikle
trigonometri alanındaki çalışmaları övgüye değerdir. Özellikle
trigonometri alanındaki çalışmaları övgüye değerdir. 16. yüzyılın ünlü
astronomu Copernicus sinüs fonksiyonunu kullanmamış, sinüs, kosinüs,
tanjant ve kotanjanttan söz etmemiştir; oysa Takîyüddîn bunların
tanımlarını vermiş, kanıtlamalarını yapmış ve cetvellerini
hazırlamıştır.
Takîyüddîn, trigonometrik fonksiyonların kesirlerini, ilk defa ondalık
kesirlerle göstermiş ve birer derecelik fasılalarla 1 dereceden 90
dereceye kadar hesaplanmış sinüs ve tanjant tabloları hazırlamıştır.
Bu dönemde, logaritma tabloları veya hesap makineleri olmadığı için,
trigonometrik hesaplamalarda ya bu cetveller ya da rub, yani
“trigonometrik çeyreklik” denilen basit bir alet kullanmıştır.
Takîyüddîn’in aritmetik alanındaki çalışmaları da oldukça önemlidir.
Kendisine özgü pratik bir rakamlama sistemi geliştirmiş ve çok eskiden
beri kullanılmakta olana altmışlık kesirlerin yerine ondalık kesirleri
kullanmaya başlamıştır. Takîyüddîn, ondalık kesirleri kuramsal olarak
incelemiş ve bunlarla dört işlemin nasıl yapılacağını örnekleriyle
göstermiştir. Batı’da, bu düzeye, yaklaşık on sene sonra yazılmış olan
(1585) Simon Stevin’in (1548-1620) eseri ile ulaşılabilmiştir.
Ondalık kesirleri, Uluğ Bey’in Semerkand Gözlemevi’nde müdürlük yapan
Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî’nin Miftâhü’l-Hisâb (Aritmetiğin Anahtarı,
1427) adlı yapıtından öğrenmiş olan Takîyüddîn’e göre, el-Kâşî’nin bu
konudaki bilgisi, kesirli sayıların işlemleriyle sınırlı kalmıştır;
oysa ondalık kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diğer
dallarına da uygulanarak genelleştirilmesi gerekir.
Acaba Takîyüddîn’in ondalık kesirleri trigonometri ve astronomiye
uygulamak istemesinin gerekçesi nedir? Osmanlıların kullanmış
oldukları hesaplama yöntemlerini, yani Hind Hesabı denilen onluk
yöntemle Müneccim Hesabı denilen altmışlık yöntemi tanıtmak maksadıyla
yazmış olduğu Bugyetü’t-Tüllâb min İlmi’l-Hisâb (Aritmetikten
Beklediklerimiz) adlı çok değerli yapıtında Takîyüddîn, ondalık
kesirleri altmışlık kesirlerin bir alternatifi olarak gösterdikten
sonra, dokuz başlık altında, ondalık kesirli sayıların iki katının ve
yarısının alınması, toplanması, çıkarılması, çarpılması, bölünmesi,
karekökünün alınması, altmışlık kesirlerin ondalık kesirlere ve
ondalık kesirlerin altmışlık kesirlere dönüştürülmesi işlemlerinin
nasıl yapılacağını birer örnekle açıklamıştır.
Ancak Takîyüddîn’in tam sayı ile kesrini birbirinden ayırmak için bir
simge kullanmadığı veya geliştirmediği görülmektedir; örneğin 532.876
sayısını, “5 Yüzler 3 Onlar 2 Birler 8 Onda birler 7 Yüzde birler 6
Binde birler” biçiminde veya “532876 Binde birler” biçiminde sözel
olarak ifade etmekle yetinmiştir.
Ayrıca, yüzbinler basamağı ile yüzbinde birler basamağı arasında kalan
kesirli sayıların kolayca mertebelendirilebilmesi, yani tam ve kesir
kısımlarının birbirlerinden ayrılabilmesi için bir tablo
düzenlemiştir. Çarpma, bölme ve karekök alma işlemlerinden sonra sonuç
sayısının tam ve kesir kısmını anlayabilmek için bu tabloya bakmak
yeterlidir. Yalnız bu tablonun işlemlerde sağlayacağı kolaylık,
ondalık simgesinin sağlayacağı kolaylıktan daha fazla değildir.
Takîyüddîn, bu yapıtında göksel konumların belirlenmesinde kullanılan
altmışlık yöntemin hesaplama açısından elverişli olmadığını bildirir;
çünkü altmışlık yöntemde, kesir basamakları çok olan sayılarla çarpma
ve bölme işlemlerini yapmak çok vakit alan bıktırıcı ve yıldırıcı bir
iştir; bugün kullandığımız onluk kerrat cetveline benzeyen altmışlık
kerrat cetveli bile bu güçlüğün giderilmesi için yeterli değildir.
Oysa onluk yöntemde, kesir basamakları ne kadar çok olursa olsun,
çarpma ve bölme işlemleri kolaylıkla yapılabileceği için, Ay ve
Güneş’in yanında gözle görülebilen Merkür, Venüs, Mars, Jupiter ve
Satürn’ün gökyüzündeki devinimlerini gösterir tabloları düzenlemek ve
kullanmak eskisi kadar güç olmayacaktır.
Bu önerisiyle gökbilimcilerinin en önemli güçlüklerinden birini
gidermeyi amaçlayan Takîyüddîn, açıları veya yayları ondalık
kesirlerle gösterirken, bunların trigonometrik fonksiyonlarını
altmışlık kesirlerle gösteremeyeceğini anlamış ve ondalık kesirleri
trigonometriye uygulamak için Sidretü’l-Müntehâi’l-Efkâr fî
Melekûti’l-Feleki’d-Devvâr (Gökler Bilgisinin Sınırı) adlı yapıtında
birim dairenin yarıçapını 60 veya 1 olarak değil de, 10 olarak
aldıktan sonra kesirleri de ondalık kesirlerle göstermiştir.
Zâtü’l-Ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanıtırken,
“Bir cetvelin yüzeyini altmışlı sinüse göre, diğerini ise bilginlere
ve gözlem sonuçlarının hesaplanmasına uygun düşecek şekilde
kolaylaştırıp, yararlılığını ve olgunluğunu arttırdığım onlu sinüse
göre taksim ettim.” demesi bu anlama gelmektedir.
Takîyüddîn, ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye nasıl
uygulanabileceğini kuramsal olarak gösterdikten sonra, 1580 yılında
bitirmiş olduğu Teshîlu Zîci’l-A’şâriyyi’ş-Şâhinşâhiyy
Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Tablolarının Yorumu) adlı katalogunda
uygulamaya geçmiştir. İstanbul Gözlemevi’nde yaklaşık beş sene boyunca
yapılmış gözlemlere göre düzenlenen bu katalog, diğer kataloglarda
olduğu gibi kuramsal bilgiler içermez; yalnızca Yermerkezli sistemin
ilkelerine uygun olarak belirlenmiş gezegen konumlarını gösterir
tablolara yer verir.
Takîyüddîn 1584 yılında İstanbul’da tamamlamış olduğu Cerîdetü’d-Dürer
ve Harîdetü’l-Fiker (İnciler Topluluğu ve Görüşlerin İncisi) adlı
başka bir yapıtında, son adımı atmış ve birim dairenin yarıçapını 10
birim almak ve kesirleri, ondalık kesirlerle göstermek koşuluyla bir
Sinüs – Kosinüs Tablosu ile bir Tanjant – Kotanjant Tablosu
hesaplayarak matematikçilerin ve gökbilimcilerin kullanımına
sunmuştur. Eğer Takîyüddîn bu tabloları hazırlanırken birim uzunluğu
10 birim olarak değil de, 1 birim olarak benimsenmiş olsaydı, bugün
kullanmakta olduğumuz sisteme ulaşmış olacaktı.
Batı’da ondalık kesirleri kuramsal olarak tanıtan ilk müstakil yapıt,
Hollandalı matematikçi Simon Stevin (1548-1620) tarafından Felemenkçe
olarak yazılan ve 1585’de Leiden’de yayımlanan De Thiende’dir
(Ondalık). 32 sayfalık bu kitapçıkta, Stevin, sayıların ondalık
kesirlerini gösterirken hantal da olsa simgelerden yararlanma yoluna
gitmiş ve ondalık kesirleri, uzunluk, ağırlık ve hacim gibi
büyüklüklerin ölçülmesi işlemlerine de uygulamıştır. Ancak, De
Thiende’de ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye
uygulandığına dair herhangi bir bulgu yoktur. Bu durum, Takîyüddîn’in
yapmış olduğu araştırmaların matematik ve astronomi tarihi açısından
çok önemli olduğunu göstermektedir.
Takîyüddîn cebirle de ilgilenmiş ve ikinci derece denklemlerinin
çözümünde aritmetiksel yolu izlemiştir.
Takîyüddîn başarılı çalışmalar sergilediği bir diğer alan olan optik
konusunda Göz ve Bakış Bahçelerinin Işığı Üzerine Kitap (Kitâbu Nur-i
Hadakati’l-Ebsâr ve Nur-i Hadîkati’l-Enzâr) adlı bir yapıt kaleme
almıştır. Bu kitabın dikkat çekici yönü, temel dokusunun İslâm
Dünyası’nda yaklaşık sekiz yüzyıl önce başlatılmış olan köklü ve
başarılı optik çalışmalar sonucu elde edilmiş temel argümanlar,
problemlerden oluşturulmuş olmasıdır. Öyle ki, elde edilen yüksek
düzey, 17. yüzyıla kadar batıda güncelliğini koruyan temel
tartışmaların çerçevesini oluştururken, aynı şekilde, Osmanlı
İmparatorluğu’nda da bütün canlılığıyla etkinliğini sürdürmüştür. Bu
durumu anlamak ve anlamlandırmak zor değildir. Çünkü 17. yüzyıla kadar
batıda optik konusunda egemen olan görüş İbnü’l-Heysem’in bir tür
gelenek haline dönüşmüş olan görüşleridir. Bu görüşte temel olan
düşüncenin iki boyutu vardır:
1) Optik problemlerin tam anlamıyla birer geometri problemine
dönüştürülerek konunun geometrik olarak incelenmesi;
2) Problemin aynı zamanda nedensel olarak açıklanmasıdır. Ayrıca bu
iki temel düşünce ayrıntılı ve çok ustalıklı olarak düzenlenmiş
deneylerle de desteklenmiştir.
Bu tarz bir araştırma modeli çeviriler yoluyla batıya aktarılırken,
doğuda ise 14. yüzyılda Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin Optiğin Düzeltilmesi
adlı ayrıntılı yorum kitabıyla daha yüksek düzeyli tartışmalara olanak
ve zemin hazırlanmıştır. Daha sonra 1579 yılında bu kez Takîyüddîn,
hem İbnü’l-Heysem’in hem de Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin çalışmalarına
dayanarak Kitâbu Nûr’u yazmıştır.
Kitap bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. Kitapta tartışılan
temel konular, ışık, görme, ışığın göze ve görmeye olan etkisi ve
ışıkla renk arasındaki ilişki, ışığın farklı ayna türlerinde uğradığı
değişimler, yansıma kanunun deneysel olarak kanıtlanması, farklı
ortamların ışık üzerine etkileri, ve kırılmadır.
Takîyüddin’in temel düşüncesini ışığın doğrusal çizgilerde ancak
küresel olarak yayıldığı savına dayandırmıştır. Bu tür bir ışık
tasarımı İslâm Dünyası’nda konuya getirilmiş yeni bir bakış açısıdır
ve bu bakımdan önem taşımaktadır.
Kitapta ele alınan diğer bir konu da yansımadır. Burada ışığın
aynalarda uğradığı değişimler ve çeşitli aynalarda görüntünün nasıl
oluştuğu deneysel olarak tartışılmıştır. Kırılma konusunda ise
yoğunluğu farklı ortamlarda ışığın uğradığı değişimleri inceleyen
Takîyüddîn, yaptığı bütün deneysel ve matematiksel irdelemeler
sonucunda, kırılma kanununu bulamamıştır. Fakat konuyu tamamen
geometrik olarak ele alan, trigonometriyi işin içine sokmayan ve
açılar arasında oranlar ya da eşitsizlikler kurmak yoluna dayanan
değişik bir yaklaşım getirmeye çalışmıştır.
Takîyüddîn aynı zamanda yetenekli bir teknisyendir. Güneş saatleri ve
mekanik saatler yapmıştır. Cep, duvar, masa saatlerinin yanında
astronomik saatlerle gözlem saatlerini anlattığı Mekanik Saat Yapımı
adlı kitabı, Batı Dünyası da dahil olmak üzere, bu yüzyılda bu konuda
kaleme alınmış en kapsamlı kitaptır.
Takîyüddîn, ayrıca göllerden, ırmaklardan ve kuyulardan suları yukarı
çıkarmak için çeşitli araçlar tasarlamış ve bunları bir eserinde
ayrıntılarıyla tasvir etmiştir.
Araştırmalar, Takîyüddîn’in ağabeyi olan Necmeddîn ibn Marûf’un da iyi
bir bilim adamı olduğunu ve özellikle astronomi ile ilgilendiğini
ortaya koymuştur,
2 kişi bu belgeyi faydalı buldu
2 kişi bu belgeyi faydalı buldu