Bu devrede en göze çarpan yön, Osmanlı devletinin büsbütün yıkılmak ve İstanbul’un Bulgarların eline düşmek üzere olduğu düşünce, kaygı ve korkusunun ortalığı kaplamış olmasıdır; bu yüzden, olayların baskınına uğramak ve en büyük asılarını (çıkarlarını) ölçemde (ölçmede) geç kalmak yüzünden, elden kaçırmak korkusu ile büyük devletler telaş içinde bir sürü girişitlerde (girişimlerde) bulunacak ve dolayısıyla da Avrupa barışı az çok tehlikede sanılabilecektir.
Lüleburgaz vuruşması (28.10-2.11.1912):
Kırkkilise (Kırklareli) vuruşmasından sonra, Bulgarlar, Türk ordusuna çekilmek ve kendini toparlamak için beş gün bırakırlar; 28.10.1912 akşamı, her iki yandaki komutanların istekleriyle değil, daha çok ileri birliklerin Karaağaç’ta karşılaşmasıyla Lüleburgaz vuruşması adını taşıyacak olan vuruşma başlar.
İşbu günde Osmanlı hükümetinin düşüncesini göstermesi dolayısıyla Noradungiyan Efendi’nin 28.10.1912’de Bompar’a söylediklerini aşağıya koyduk (1). Puankare 26 İlkteşrinde (ekimde) Nant (Nantes)’taki söylevinde dış durumu uzun uzadıya anlatırken sözü Fransa’nın ”barışçıl” girişimlerine getirmiş: bu yüzden büyük devletler arasında her gün görüşmeler olduğunu ve böylece bunların, olayların gidişini hep birden göz altında tuttuklarını ve günü gelince aracılık yapabilmeyi umduğunu ve belki de bu günün yakın olduğunu söylemişti (2).
Noradungiyan Efendi, sözü bu söyleve getirerek Osmanlı hükümetinin barışı istediğini, savaşa ancak Balkanlılarca zorlanmış olduğunu, ancak o andaki durumun aracılık için pek uygun olmadığını, çünkü yersel çarpışmalarda geçici başarı elde eden Balkanlıların burunlarının çok yükselmiş olabileceğini ve kabul edilmeyecek dilekler ileri sürebileceklerini, Osmanlı ulsal duygusunun böyle bir durumda bir şey yapılmasını uygun bulmayacağını ve bu sırada sözü topa bırakmanın daha doğru olacağını söyler.
O sırada Osmanlı hükümeti değişmek üzere olduğundan, büyükelçi, Noradungiyan’dan sözlerinin bugünkü hükümetin mi yoksa yarınki hükümetin mi düşüncesini açıkladığını sorar; buna nazır tam karşılık vermez ve ancak: bunu daha görüşmedik, eğer Bay Puankare bir girişmde bulunmadan bize işi bildirirse, anın uygun olup olmadığını bildiririz, der.
Yeni hükümeti kuracak olan Şûrayı Devlet Reisi Kâmil Paşa’nın yedi gün önce İngiliz Büyükelçisi’ne söylettiği ile Hariciye Nazırı’nın Fransız Büyükelçisi’ne söylediği arasındaki aykırılık ufak da olsa gözden kaçmamalıdır.
Bundan bir gün sonra 29.10.1912’de Gazi Ahmet Muhtar Paşa sadaretten çekilir ve yerine Kâmil Paşa geçer; hükümetini 30 İlkteşrinde (ekimde) kuracaktır.
Bu hükümet değişmesi sırasında askeri yasaya hiç de uygun olmayan bir olay olur. Şark (Doğu) Ordusu Komutanı Abdullah Paşa Vize’de kendi buyruğu altında bulunan 3’üncü Kolordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa’ya -ki bundan başka hem Bahriye Nazırı, hem de Sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğludur- bir tel çekerek şöyle der (1):
”Oradaki askerin halini bizzat gördünüz, buradakiler de aynı haldedir. Bu askerle harbe devam ve vatanı müdafaa eylemek mümkün değildir, daha fena bir hale gelmemek için meselenin tariki diplomasi (diplomasi yoluyla) ile halli (için) sizin de mensup olduğunuz Meclisi Vükelâ nezdinde teşebbüsatı lazımede bulunmanızı rica ederim”.
Bu teli alınca Mahmut Muhtar Paşa 29.10.1912’de saat 1’de (geceyarısı) sadrazama yani babasına şu teli çeker:
”Her şeyi bertafsil (ayrıntılı) arz etmeye vaktim müsait olmadığından yalnız Şark (Doğu) Ordusu Kumandanlığı’ndan aldığım şu telgrafı her iki telgraf memurlarına yemin ettirdikten sonra arz ediyorum.”
Mahmut Muhtar Paşa bu teli çektiği anda Lüleburgaz vuruşması başlayalı birkaç saat olmuştu ve babası Gazi Muhtar Paşa da onu aldıktan birkaç saat sonra sadaretten çekilecektir. Yeni hükümette Mahmut Muhtar Paşa Bahriye Nazırı değildir. O, 30.12.1912’de sadarete yolladığı başka bir telde şöyle demektedir:
”Abdullah Paşa’nın deminki telgrafı tamamıyla doğrudur, dün vaktim olsaydı askerimizin her halde Çatalca hattına çektirilmesi lüzumunu size ispat ederdim. Gerçi yeniden çalışmaya başladık, fakat istikbalden (gelecekten) ümitvar değilim (2)”.
Lüleburgaz vuruşması sırasında Şark (Doğu) Ordusu, 1’inci ve 2’nci Şark (Doğu) Ordusu diye ikiye ayrılacak ve birincisinin başında Abdullah, ikincisininkinde de önce Hamdi ve sonra Mahmut Muhtar Paşa bulunacaktır; bu teller sözü geçen birinci ve 3’üncü komutanın o andaki manevi durum ve düşüncesini açıklamaktadır.
Bu komutanların düşünceleriyle, Abdullah Paşa’nın telinin çekildiği günde Bompar’la konuşan Hariciye Nazırı’nın yukarıda gördüğümüz sözleri arasındaki aykırılık şaşılacak aşamadadır.
Kâmil Paşa’nın sadarete geçtiği 29 İlkteşrin (ekim) ve hükümetini kurduğu 30 İlkteşrin (ekim) günlerinde Lüleburgaz vuruşması var gücüyle olagelmektedir.
29 İlkteşrin’de (ekimde) saat 16 1/2’de Karaağaç dolaylarında (Lüleburgaz’ın 18 km doğu-güneyinde) ikinci Türk Kolordusu bozguna uğrar (1) ve Bulgarlar bundan çok yüreklenirler. Sazonof’un 1880 kanunu genişletilerek Rumeli’de yeğleme (öcelik) yapılması için bir iki gün önce anıklamış (hazırlamış) olduğu tasar işbu günde Puankare’ye bildirilmişti.
Sazonof işbu 29 İlkteşrin (ekim) akşamı İkinci Kolordumuzun bozulduğunu öğrenmesi üzerine olacak (çünkü ilk önergesini verdiği gün, onu çarçabuk değiştirmeye kalkışması başka türlü anlaşılamaz) G. Lui’yi çağırtır ve ona Rusya’nın yeni isteklerini bildirir ve bunları anlatırken ”Türkiye’nin çökmesi” sözünü (effondrement) kullanır.
G. Lui, Sazonof’un yeni önergesini saat 22.20’de yani 2’nci Türk Kolordusu’nun bozulmasından 10 saat kadar sonra Paris’e tellemiştir. Artık Sazonof, Avusturya, Bulgarları elinden kapar korkusyla ne olursa olsun Balkanlıların gönlünü almaya ve statüko işini bir yana bırakmaya karar vermiştir. G. Lui’nin Sazonof’un yeni önergesini bildiren telinin özeti aşağıdadır (2):
Olaylar (Rumeli işinde) öncelikle ileri gidilmesini gerektirmektedir ve artık statükodan vazgeçilmelidir, ondan Avusturya bile ümidini kesmiştir ve Rusya Balkanlılara karşı (onlardan yana olmak bakımından) Avusturya’dan geri kalamaz. Sazonof, aracılık için büyük devletlere önermelerde bulunmak işini size (Puankare’ye bırakıyor), yalnızcana bilesiniz diye şunları ekledi:
Rusya Balkanlılarca ”en geniş” (1) asıların (çıkarların) elde edilmesine yatkındır. Rusya geçmişini yadsıyamaz, o Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşmasını imzalamıştır, oradaki sınırları Bulgaristan’a tanımaya anıktır (hazırdır); Sırbistan’ın payını da büyütmek gerekir ve Yunanistan’a hiç olmazsa Epir ile Girit bırakılmalıdır; ancak ona başka ada verilmemelidir (2); Sırbistan Üsküp ve belki de Ohri’den başka Sen Jan dö Medüa limanıyla Adriyatik’e dar bir yolu candan istiyor; bu, Rusya’nın canına minnettir, eğer ki Avusturya ve Sırp asılarını (çıkarlarını) birbirine uygunlaştırmak elden gelirse; işin ana güçlüğü de buradadır ve Sazonof bunun çözümlenmesini sizden bekliyor; eğer Avusturya tutumsal asıları (ekonomik çıkarları) ve gümrük tarifesinde kolaylıkları yeter bulursa Sırbistan buna peki der; ancak Rus kamuoyu dolayısıyla Sazonof, bu işi doğrudan doğruya Viyana ile görüşemez.
Kolayca görülmüş olacağı gibi bundan öneki Rus önerisi, yürütülmesi çok güç bir şeydi ve onun sonucu Sırp, Bulgar, Rum ve Arnavut’u birbirine katmak ve Balkan bağlaşmasını bir günde bozmak olurdu, çünkü 1880 kanununa göre yapılmış olan bu tasarıda düşünülen sancak kurullarında çoğunluk elde etmek ve mutasarrıfı kendilerinden seçtirmek için bu uluslar ve en çok üç birincisi, hemen komitacı usulleriyle boğuşmaya koyulurlardı; ancak Rusya, Avusturya’dan çekindiği için kesin bir Balkan yeni (zaferi) olmadan hazırlanmış olan statüko esasını açıktan açığa bozmaya kalkışacak kadar kendisinde yürek ve yüz görmüyordu, bunları Lüleburgaz vuruşmasının ikinci gününün sonunda bulacaktır.
Bu teli alan Puankare 30 İlkteşrin (ekim) sabahı saat 10.00’da Londra ve Petersburg büyükelçilerine şu yolda bir tel çeker (1):
Olayların gelişimindeki çabukluk bana öyle sandırıyor ki esasını bütün büyük devletlerin kabul etmiş oldukları aracılık işi artık çok geciktirilemez.
Bundan başka bugüne kadar Balkanlıların elde ettikleri başarılar, büyük devletlerin daha önce aracılıkta bulunmak için düşünmüş oldukları şartları epey değiştirmiştir.
Dolayısıyla yanında bulunduğunuz hükümete şunu öneririz:
Büyük devletler savaşçılar arasında aracılık etme zamanının yaklaştığını görmektedirler; düşüncelerinin başında Avrupa barışını korumak geldiği için işbu büyük devletler birlikte görüşecekleri bu işte hiçbir özel ası (çıkar) elde etmek amacını gütmeyeceklerini (dans un esprit d’absolu désinteressemant) bildirirler.
Puankare’nin manevrası açıktır, savaştan önce bütün büyük devletler Balkanlar’da toprak değişikliği olmayacağına karar vermişler ve bunu açıklamışlardı; Avusturya da ancak bu anlaşma dolayısıyla Sırbistan’ı bu kadar başı boş bırakmıştı. Şimdi Rusya’nın bundan vazgeçmesini istediği bir sırada ve o bunu daha açığa vurmadan, Fransa, en çok Avusturya’dan ve onun bağlaşıklarından kendileri için bir kazanç aramayacakları sözünü koparmak istemiştir; böylece Balkanlılar toprakça büyürlerse Avusturya ve biraz da İtalya, önceden verdikleri söz dolayısıyla kendileri için bir şey istemeyeceklerdir.
Yine o gün saat 18’e doğru Londra’daki Fransız Büyükelçisi Pol Kambon, Grey’in bu önermeye onaştığını (öneriyi onayladığını) Puankare’ye teller (1); büyükelçi, Puankare’nin önermesini (önerisini) Grey’e anlatırken böylece Avusturya’nın eğer işi onaşırsa (onaylarsa) bağlanmış olacağını ve eğer sakıncalar ileri sürerse iç düşüncelerinin anlaşılacağını söylemişti.
Bu teli alınca Puankare, Rusya ve İngiltere ile anlaşmış olduğunu söyleyerek, önermesini (önerisini) Berlin, Viyana ve Roma’daki büyükelçileri yolu ile ora hükümetlerine bildirir (2).
Bu önerme (öneri) bir sonuç vermeyeektir, çünkü Avusturya bunu istemeyecek ve olaylar o kadar çabuk yürüyeceklerdir ki hemen bütün diplomatik ölçemler (ölçüler) hep geç ve olaylara göre geri kalacaklardır.
Berştold’un bu iş üzerinde, Viyana’daki Fransız Büyükelçisi Dümen’le görüşmesini anlatan raporunun özeti aşağıdadır (3):
”Hiçbir özel ası (çıkar) amacı gütmemek” düşüncesini onayamayacağını, çünkü Balkan Yarımadası’na doğrudan doğruya komşu bulunması dolayısıyla, Avusturya’nın orada koruyacak asıları (çıkarları) olduğunun besbelli bulunduğunu Berştold büyükelçiye söyler. Dümen karşılık olarak Rusya’yı gösterir; Berştold’un İstanbul’un durumuyla da uğraşacak olan bir diplomatik girişitte (girişimde) Rusya’nın asısız (çıkarsız) olduğunu bildirmesine şaştığını söylemesi üzerine Dümen, Rusya’nın toprakça bir kazanç aramadığı açıklanılmak istenilmiş olmalıdır der ve şunu ekler: Bu girişitte (girişimde) başlanılacak olan aracılık işine karşı güven uyandırmak düşünülmüştür. -Berştold da aracılığın ”tam bir yansızlık düşüncesiyle” yapılacağının (dans un esprit d’impartialité absolu) yazılmasını ileri sürer ve sizin istediğiniz gibi yazarsak bir yandan elimizi kolumuzu bağlamış oluruz, öte yandan da Balkanlılarda, onlara her istediklerini yapma özgürlüğünü (carte blanche) verdiğimiz gibi yanlış bir san uyanır der sonda Berştold: ”Paris hükümetince ele alınması gereken bir aracılık denemesine katılabilirim, ancak gösterilen düsturu bu biçimiyle onayamam” der.
Dümen bu görüşmeyi Paris’e tellerken, bizim görüşümüze göre, Berştold’un sözlerini biraz berkiterek (sağlamlaştırarak) onların anlamını az değiştirir ve Berştold’un aracılığı baştan başa Puankare’ye bıraktığını, ancak özel ası (çıkar) aramamak işinde uygun bir karşılık veremeyeceğini, Avusturya kamuoyunun buna onaşmayacağını (onaylamayacağını) ve bu yapılırsa Balkanlılara artık söz geçirilemeyeceğini söylediğini anlatır (1).
Bu işte Almanya, Avusturya ile birlikte (2), ancak Kiderlen aracılığı savaşçılara zorlamanın doğru olmayacağı ve aracılığa girişilmek için bunu savaşçılardan birinin istemesini beklemenin gerektiği düşüncesindedir.
Puankare’nin bu girişiti (girişimi) bir sonuç vermeden bir sürü sürüncemeden sonra sönecektir.
Rusya’nın statükoya karşınlığı anlaşıldıktan sonra Puankare, vakit kaybetmeden Bulgarların hem güven, hem de minnetini kazanmak düşüncesiyle Sofya’daki Fransız elçisi yolu ile Geşof’a özet olarak dedirtir ki (3): Fransa, aracılığı düşünmüş ve düşünmekte ise de bunu, Balkanlılara kahramanlıklarının ve yenlerinin (zaferlerinin) hak ettirdiği asıları (çıkarları) kaybettirmek için değil, ancak genel bir Avrupa savaşını önlemek için yapmaktadır. Fransa bu işte hiçbir özel amaç gütmediği için Balkanlılar ona güvenebilirler.
29 İlkteşrinde (ekimde) 2’nci Türk kolordusunun bozulması ve Bulgar yeninin (zaferinin) belirlenmesinden doğan başlıca öbür yankılar şunlardır:
Toprak statükosundan vazgeçilmesi yolundaki önermesine (önerisine) Fransa ve İngiltere’nin onaştıklarını öğrenince Sazonof 31 İlkteşrin’de (ekimde) Rus elçiliklerine yolladığı bir genelgede, yeğleme işlerini büyük devletlerle görüşmekten kaçınmakla Türkiye’nin statüko hakkındaki inancayı (inancını) hükümsüz bırakmış olduğunu ve bundan böyle Rusya’nın bu yüzden Balkanlılara güçlük çıkarmayacağını bildirir ve bundan böyle Rus siyasasının şu iki temel üzerinden yürüyeceğini söyler: 1) Büyük devletlerce toprak bakımından özel bir ası (çıkar) güdülmemesi, 2) Balkanlıların elde edecekleri kazançlarda, onlar arasında önceden yapılmış anlaşmalara uygun olarak, denklik bulunması (1).
Sazonof’un statükodan vazgeçmek için ileri sürdüğü bahane ile Fransız hükümetine az önce verdirdiği notada (2) açıkladığı gerçek düşüncesi karşılaştırılırsa onun işbu genelgedeki ”içtenliği” kolay anlaşılır.
Bulgar yenleri (zaferleri) üzerine statükonun bozulacağını sezince Roma’ya da pay istemeye kalkışır. 31 İlkteşrin’de (ekimde) Fransız elçisini gören Kral Karol ona özet olarak der ki (3):
Biz çok yerden kışkırtıldıysak da şimdiye kadar sakıngan (çekimser) kaldık, bu durumdan ancak iki etken dolayısıyla çıkabiliriz: a) Eğer Bulgarlar İstanbul’a girmek isterlerse; b) Büyük devletler onlara durmak öğüdü verirler ve Bulgarlar bunu dinlemezlerse. Ancak bu iki olasılık da uzaktır. Eğer Bulgaristan toprak istemezse biz de istemeyiz, eğer o büyürse biz de (Bulgar’dan) küçük bir sınır düzeltmesi isteriz.
İlkteşrin’in (Ekim) son yarısında Rus basını, genel olarak var gücüyle İngiltere ve Fransa’ya karşı yazmakta ve statükoda direnmeleri dolayısıyla onlara yüklenmektedir; Fransız-Rus bağdaşmasından vazgeçmenin gerektiğini yazan gazeteler bile olur.
Bu yazıların hele Fransa ile ilgili olanlarının haksız olduğu açıktır; ancak basının bir kısmının bu yazıları: ”Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” yolundadır ve bazı gazeteler Balkanlar’ın asılarını (çıkarlarını) korumakta gevşek davranıyor sandıkları Rus hükümetine taş atmak istemektedirler.
Osman Nizami Paşa 29 İlkteşrin (ekim) günü Berlin’den çektiği bir telde, Kiderlen’in bir sözünü bildirir, dışişleri bakanı ona demiş ki: Bütün dost devletler Osmanlı ordusunun bir başarısını bildiren haberleri merakla bekliyorlar; böyle bir başarı Osmanlı ordusunun prestijini yeniden kurarak işbu devletin bu savaştan çok büyük zarara uğramadan çıkmasını sağlayabilecek tek yoldur.
Bu söz kesin çarpışmanın öngününde, Alman hükümetinin düşüncesini açıklar; Almanya o anda en önemli belirtisi Bağdat demiryolu olan Doğu siyasasını, Osmanlı ile eski biçimde işbirliği yaparak devam ettirebilip ettiremeyeceğinde duraksamaktadır. Osmanlı yenilgisi görülür görülmez bu siyasanın değişeceğini az ileride göreceğiz.
Lüleburgaz vuruşmasının, 29 İlkteşrin’de (ekimde) en önemli olayı olan 2’nci Kolordu’nun bozulup geriye akmasının siyasal yankılarını yukarıda gördük. 30 İlkteşrin’de (ekimde) Lüleburgaz vuruşmasının gidişi şöyledir:
Doğuda Vize dolaylarında Mahmut Muhtar Paşa’nın saldırısı üzerine 5’inci Bulgar Tümeni bozulur ve güçlükle tutunur; bu başarı Osmanlı elçiliklerine tellenir ve bir an için Lüleburgaz’da yen (zafer) kazanıldı sanılır. Sol kolda ise İzmit Tümeni bozguna uğrar ve akşama doğru arkaya akar, 1’inci Şark Ordusu adı verilen 4, 1 ve 2’nci kolordular grubu (sonuncusu daha önce bozulmuştu) da bu akşam bozulur ve bu ordu komutanlığı o akşam çekilme buyruğunu verir, dolayısıyla 30 İlkteşrin (ekim) akşamı vuruşmakta olan iki Türk ordusundan biri savaş alanını bırakmış ve çekilmeye koyulmuştur.
Bunun etkisi altında olacak 31 İlkteşrin (ekim) öğle üzeri yeni sadrazam Kâmil Paşa Fransız büyükelçisine (1): Rumeli’de geniş bir merkeziyetçiliğe dayanan yeğleme yapmaya hep anık (hazır) olduğunu, mesela her vilayette ahalinin öğelerine göre kurulmuş kurullar seçilebileceğini ve bunlara geniş yetkiler verilebileceğini, ancak devleti parçalamaya götürebilecek özgürlük istemediğini; eğer büyük devletler aracılıkta bulunurlarsa buna onaşacağını (yanaşacağını) ve yalnız onlarla konuşacağını ve Balkanlılarla görüşmektense savaşı sürdürmeyi daha uygun bulduğunu söyler. Bundan anlaşılan şudur ki, daha 31 İlkteşrin (ekim) günü Osmanlı hükümeti kesin bir yenilgi duygusu altında değildir, siyasal görüşmeleri az çok güvenle yapabileceğini sanmakta ve bunlara yol açmaya çalışmaktadır.
Babıâli büyük devletlerin aracılık etmek üzere konuştuklarını bilmektedir ve Viyana’daki Osmanlı Büyükelçisi Mavroyeni Bey 31 İlkteşrin’de (ekimde) büyük devletlerin Avrupa adına aracılıkta bulunmak için uygun göreceği anı seçmeyi Puankare’ye bıraktıklarını hariciye nezaretine tellemiştir (1).
31 İlkteşrin (ekim) günü 2’nci Şark Ordusu Vize dolaylarında yersel saldırılarda bulunmuşsa da Bulgarlar, Çongra (2) dolaylarına gelerek onun sol kolunu tehdide başlamışlar ve daha doğuda Sakızköy (3) ve Yürükdere’ye varmışlardı. Bulgarlar bozgun içinde geriye akan Birinci Şark (Doğu) Ordusu’nu kovalamıyorlardı; ancak epey yavaşlıkla 2’nci Şark Ordusu’nun solunu sarmaya çalışıyor sanını vermeye başlamışlardı.
Kaynak: BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1999
belgesi-2767