Hormonlar-4

Steroid Hormonların Metabolizmaları


 


Kandaki normal fizyolojik düzeyleri 10-10 ile 10-8 M arasında bulunan bu hormonlar iyi karakterize edilmiş plazmadaki proteinlerle taşınmaktadırlar. Plazma albuminleri spesifik olmayan bir şekilde ve sınırsız oranda steroid hormonları bağlar ve taşır. Ancak bunun sadece mineralokortikoidler (aldosteron) için önemi vardır. Diğer hormonlar affinitesi ve seçiciliği yüksek proteinlere (globulinlere) bağlanarak taşınırlar. Bu proteinler hormonları vaktinden önce inaktivasyona karşı korudukları gibi hormonların aşırı ve dengesiz bir şekilde salınmalarını da önlerler.


 


1.      1.      Hücreye Alınış:


 


Steroidler lipofilik olduklarından kolaylıkla plazma zarlarının lipid tabakasından geçebilirler ve böylece bütün hücrelere girebilirler. Bazı insan tümörlerinde (hiperplastik prostat papillomları ve hipofiz adenomları gibi) steroidler için kolaylaştırılmış veya aktif transport mekanizmalarının bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu mekanizmaların normal hücreler için olan önemleri bilinmemektedir.


 


Steroidler hücre içerisinde stoplazmik hidrofob proteinlere bağlanırlar. Bu nedenle steroid hormon etkinliğinin spesifikliği hedef doku hücrelerinin stoplazmalarındaki özgül reseptör protein aracılığı ile sağlanır.


 


Eğer bir hücrede özgül reseptör protein yoksa hormon dengesi hücre dışı yöndedir. Plazmada onu bağlayıp taşıyan alfa ve beta globulinlere bağlı olarak kalır. Halbuki hedef hücrelerde spesifik reseptörler olduğundan denge içe dönük olur ve hormonlar kolayca hücreye girerler.


2.      2.      Metabolizma:


 


İki önemli madde hariç steroid ve türevleri hedef hücrelerde biyolojik cevaplarını oluşturmak üzere metaboliz edilmezler. Ancak androgenlerin etkili olabilmeleri için çeşitli hedef hücrelerde seçici şekilde testosteronunu belirli metabolitlerine çevrilmeleri gerekir. Bu metabolitler arasında 5 dihidroksitestosteron oluşumu erkek yardımcı sex organlarının muhafazası için çok önemlidir. Diğer istisnayı da kolekalsiferol göstermektedir. Bunun kemik ve mineral metabolizması üzerindeki maksimum etkilerini gösterebilmesi için en az iki kez hidroksillenmesi gerekmektedir. Sonuçta 1,25 dihidroksikolekalsiferol oluşur.


 


3.      3.      Reseptör komplekslerinin aktivasyonu ve çekirdeğe girmeleri


 


Çoğu araştırıcılarca kabul edildiğine göre stoplazmik reseptörler çekirdeğe girmeden önce bir aktivasyona uğramaktadırlar. Böylece steroid-reseptör kompleksinin çekirdeğin akseptör yerlerine bağlanmaları kolaylaşır. Ancak yapılan çalışmalar reseptör aktivasyonunu ortaya çıkaramadığı gibi östrogen reseptörleri dışında fizikokimyasal şekilleri de bir değişikliği ortaya koyamamıştır.


 


Bütün hedef hücrelerde hormonlar 0 santigrat derecede bile stoplazmada spesifik bir halde bağlı olarak bulunurlar ve çekirdeğe ancak 20 santigrat derecenin üzerindeki sıcaklıklarda taşınabilirler.


 


Bütün bunlara rağmen kabul edildiğine göre steroid reseptör kompleksi nükleusa diffüze olur veya taşınır. Bu taşınma sırasında reseptör protein daha düşük ağırlıklı bir proteine dönüşür veya steroid hormon ikinci ve daha küçük molekül yapısında bir proteine iletilir.


 


Sedimentasyon katsayısı azalmış bulunan kompleks çekirdeğe girer ve kromatine oldukça sıkı bir şekilde bağlanırlar. Bu bağlanma büyük bir olasılıkla kromatinin asit özellikteki proteinleri ile olmaktadır. Reseptör protein stoplazmaya geri dönebilmektedir. Bu nedenle östradiol gibi işaretlenmiş steroid bir hormon damardan verildiğinde bunun hedef hücre çekirdeklerinde toplandığı görülmektedir.


 


4.      4.      Akseptör Yerleri:


 


Akseptör yerlerinin şekli ve tabiatı halen tartışılmaktadır. Hem DNA’nın hemde Histon olmayan proteinlerin akseptör olabileceklerine dair deliller vardır. Steroidlerin çekirdekçikte yoğunlaştıkları gösterilememiştir. Böylece akseptör yerleri ya nükleoplazma veya çekirdek zarı yada her ikisidir. Kromatinin boncuklu şekli ile hormon etkileri arasında bir ilişki de bulunamamıştır.


 


Çekirdekte hormon buradaki özgül genleri, anlatımlarını özgül haberci RNA’lar oluşturmak yoluyla kayıtlanması (transkripsiyonu) için uyarırlar. Bu protein biyosenteinin kayıtlama aşamasını uyarıyorlar demektir. Haberci RNA’lar stoplazmaya geçerek ribozomlarda yeni proteinlerin sentezi demek olan çevirim işlemini başlatırlar.


 


Steroid hormonların etkilerini DNA’nın özgül mRNA türleri şeklinde yazılmasını uyararak etki gösterdikleri kavramı üç türlü kanıt ile desteklenmektedir:


 


1.      1.      Bu tür hormonlar kromatindeki histon olmayan proteinlere daha çok bağlanmaktadılar. Bu proteinlerin özgül genlerin yazılmasını ayarladığı sanılmaktadır.


2.      2.      mRNA sentezinde, saflaştırılmış kromatin etkinliğinin steroid hormonlar tarafından uyarılmasıdır. Sentezlenen mRNA’nın özgül bir protein sentezine neden olduğu birkaç durumda gösterilmiştir.


3.      3.      Hedef organların yanıt verme yeteneklerinin aktinomisin D tarafından engellenmesidir. Bu yanıt verebilmek için mRNA sentezine gerek olduğunu göstermektedir. Biyokimyasal deneylerde engelleyicilerin kullanılması tamamen doyurucu bir yaklaşım olarak kabul edilmese de bu tür deneyler destekleyici katkılar sağlamaktadır.


 


Steroid Sekresyonunun Düzenlenişi


 


Böbrek üstü bezi ve diğer seks steroidlerinin sentezi ve salgılanışı hipofizden çıkan adrenokortikotropik hormon (ACTH) tarafından kontrol olunur. ACTH’nun sekresyonu da hipotalamustan salıverilen kortikotropin salıverici faktör (kortikotropin releasing factor-CRF) tarafından düzenlenir. Bu bezin uyarılmasından sonra adrenler içerisinde bulunan kolesterol konsantrasyonunda hızlı bir düşüş görülür. Bu durum ACTH etkisiyle kolesterolün pregnenolona dönüşğünün delilidir.


 


ACTH’nin etki mekanizmasının reaksiyon hızını etkileyen substrat veya kofaktörlerin hücre içerisine girmelerini hızlandırmaları ile olduğu sanılmaktadır. ACTH aynı zamanda adrenokortikal fosforilaz enzimini de aktive etmektedir.


 


Hayvanlara ACTH verildiği zaman adrenal kolesterol miktarındaki azalışa paralel olarak askorbik asit düzeyi de alçalmaktadır. Ancak aynı zamanda adrenal damarlarda askorbik asit düzeylerinde artış görülmektedir. Vitamin C’nin adrenal steroidler üzerindeki etkisi tartışılmaktadır. Bazıları askorbik asidin steroid hidroksilasyonlarını inhibe ettiğini ve askorbik asidin azalmasının bu inhibisyonu ortadan kaldırdığını öne sürmektedirler. Bir diğer düşünceye göre ise askorbik asit steroidlerin hidroksilasyonunu stimüle etmektedir. Bunu NADPH’lı bir oksidazı aktive ederek yaptığı ileri sürülmektedir.


 


ACTH’nin etki mekanizmasının büyük olasılıkla kolesterol yan zincirinin degradasyonu sırasında olduğu bilinmektedir.


 


ACTH tarafından steroid sentezinin uyarılması ve serbest bırakılması cAMP ile ilgili olarak düşünülmektedir.cAMP’nin kendisi direkt olarak ACTH’nin etkisini stimüle edebilmektedir.


 


Steroid sentezi ekseriyetle Ca++ bağlı olarak adrenal mitekondrial membranda meydana gelen yapısal değişikliğe de bağlanmaktadır.


 


ACTH’nin salgılanışı, kandaki steroidler tarafından feed-back mekanizma ile kontrol edilmektedir. Bu steroidlerden en önemlisi kortizoldür. Glikokortikoidler spesifik olarak hipofiz bezinde ACTH ve mRNA sentezini artırırlar. Yine pregnenolon steroidogenezisin bir feed-back inhibitörüdür. Diğer kortikosteroidlerden farklı olarak adrenaller tarafından  aldosteronun üretimi ACTH tarafından etkilenmez. Aldosteron üretimi beta adrenerjik uyarı ile de artmaktadır. Beta adrenerjik uyarı ile ilgili olarak böbrekler ve dolayısı ile rennin-anjiyotensin sistem aldosteronun sekresyonunda önemli bir kontrolördür. Aldosteron üretiminin beta adrenerjik stimülüsler tarafından artırılması aldosteron salıverilişinin cAMP tarafından artırıldığına dair fikri desteklemektedir.


 


2.1 Adrenal Korteks Hormonları


 


Adrenal bezin dış kısmı adrenal korteksdir. Hayat için gereklidir. Embriyolojik orjini, adrenal medulludan oldukça farklıdır. Adrenal korteks zona reticularis, zona fasciculata ve zona glomerulosa olmak üzere üç bölümden oluşur.  Adrenal korteksin steroid hormonları 3 sınıfa ayrılır.


 


1.      1.      Glukokokortikoidler: Öncelikle protein, karbonhidrat, lipid metabolizmasını etkilerler ve zona fasciculata’dan sentezlenirler.


2.      2.      Mineralokortikoidler: Elektrolitlerin transportunu ve dokularda suyun dağılımını etkilerler. Zona glomerulosada sentez edilirler.


3.      3.      Adrojen ve östrojenler: Spesifik hedef organlarında sekunder seks karakterlerini etkilerler, zona fasciculatada sentez edilirler.


 


2.1.1 Glukokortikoidler


 


En önemlisi kortizoldür. Kortizol sentezi için pregnenolonda önce 17a-hidroksilasyon (D5 yolu) ve daha sonra çift bağın D4’e izomerizasyonu gerekir. Kortizol endoplazmik retikulumda 21 hidroksilaz ve mitekondride 11b-hidroksilazın etkileri ile 17a-hidroksiprogesterondan sentezlenir. 


 


Kortisol plazmada protein bağlı olarak ve serbest halde bulunur. Plazma bağlı protein alfa globilindir, buna transkortin veya kortikosteroid bağlı globulin (CBG) denir. CBG karaciğerde üretilir ve sentezi troid bağlı globilin (TBG) gibi östrojenler tarafından artırılır.


 


Gebelik döneminde veya diğer yüksek östrojen şartlarında, CBG düzeyi artar ve dolayısıyla plazma total cortizol düzeyi artar. CBG ve total plazma kortizol düzeyi bazı karaciğer hastalıklarında azlır, yine, idrarla fazla protein kayıplarında (nefrotik sendrom) da azalır.


 


Glukokortikoidler insuline antagonisttir. Glukokortikoidler dolaşımdaki glukozu artırırlar. Kan damarlarında ve gastrointestinal sistemde düz kas tonusunun korunması için de gereklidir. Kortizol geneel olarak katabolik bir hormondur. Yani hücrelerde protein yıkımını hızlandırır. Travma ve enfeksiyon gibi stres durumları ile başıkabilmek için yakıt moleküllerini harekete geçirir.


 


Hiperkortizolizm genel olarak bağışıklık sisteminin baskılanmasını gerektiren otoimmun veya inflamatuar hastalıklar nedeniyle glukokortikoidlerin farmakolojik dozlarına bağlı olarak ortaya çıkar. ACTH salgılayan bir hipfiz tümörüne bağlı olarak ortaya çıkan Cushing sendromu da hiperkortizolizme neden olur.

 


Kortizol fazlalığı olan hastalarda şişmanlık, karın, göğüs ve yüzde yağ birikimi gözlenir. Glukokortikoid fazlası diabetes mellitusa, ekimozlara, yara iyileşmesinin gecikmesine, immun yetmezliğe neden olur.


 


Glukokortikoid yetmezliğine Adisson hastalığı denir. Genellikle adrenal bezlerin otoimmun harabiyeti sonucu oluşur. Bu hastalarda yetersiz glukoneogenezis sonucu hipoglisemi, damar tonusunun azalması sonucu hipotansiyon, hafif ateş ve yüksek ACTH konsantrasyonlarına bağlı olarak hiperpigmentasyon görülür.


 


Glukokortikoidler veteriner hekimlikte ketozis, gebelik toksemisi gibi metabolik hastalıklar ile artritisler, üreme, göz ve deri hastalıklarında ve bazı sinirsel hastalıkların sağıtımında kullanılırlar.


 


2.1.2 Mineralokortikoidler


 


Mineral dengesinin korunabilmesi için adrenal mineralokortikoidlere ihtiyaç vardır. En güçlü mineralokortikoid olan aldosteron böbreklerden sodyum tutulmasına ve potasyumun atılmasına neden olur.


 


Kortizolün tersine aldosteron, adrenal korteksin zona glomerulosa tabakasında D4 yolu ile progesterondan sentezlenir. Aldosteronün plazmada bağladığı spesifik bir taşıyıcı protein yoktur. Fakat çok zayıf bir formda albumine bağlanır.


 


Aldosteron salgılanmasında etkili olan faktörler, ekstrasellüler sıvının potasyum iyonu yoğunluğu, renin-angiotensin sistemi, vücudun sodyum miktarı ve ACTH’dur. Aldosteron oluşumunda özellikle dolaşımdaki sodyum eksikliği ve potasyum fazlalığı ile hücre dışı sıvı hacmindeki azalış etkilidir.


 


Dışarıdan verilen ACTH aldosteron yapımını geçici olarak uyarsa da bu hormonu esas kontrol eden mekanizma bu değildir. Esas uyarılar, damar içindeki hacim ve tuz durumuna cevap olarak böbreğin jukstaglomerüler (JG) hücrelerinden gelir. JG hücreleri glomerül yakınında, afferent böbrek arteriolünün özel kısımlarına yerleşmişlerdir. Bu hücreler kendilerine bitişik bir böbrek tubulünde yerleşmiş olan ve tubuldeki tuz ve sıvı bileşimine duyarlı olan makula densa hücreleri ile beraber çalışırlar.


 


Tuz eksikliği, kan hacmi veya basıncında düşme sonucu JG hücrelerinden bir glikoprotein enzim olan renin salglanır. Renin, anjiotensinojeni anjiotensin I e çevirir. Anjotensin I daha sonra anjiotensin converting enzyme (anjiotensin dönüştürücü enzim) ile anjiotensin II’ye çevrilir. Anjiotensin II de bir aminopepdidaz ile anjiotensin III’e dönüştürülür. Her ikisi de adreanl korteksin zona glomerulosa hücrelerindeki spesifik reseptörlere bağlanırlar ve aldosteron salgısını artırırlar. Yüksek potasyum düzeyleri de aldosteron salgısını artırır.


 


Aldosteron distal renal tubililerde potasyum-hidrojen iyonu ile değiştirelerek sodyumun glomeruler filtrattan geri emilimini artırır. Sodyumun barsaklardan emilimini de büyük ölçüde artırmaktadır. Na+ ve Cl‘nin ter, tükürük, mide barsak kanalı salgıları ile kaybını azaltır. Yukarıdaki etkilerine paralel olarak ekstrasellüler sıvı hacmini artırarak kan basıncını yükseltir. İdrar miktarı artar.


 


Hiperaldosteronizm, adrenal bezin hiperplazisi veya tümörü nedeniyle oluşur. Bu durumda hipertansiyon, hipokalemi ve düşük plazma renin düzeyleri gözlenir. Aldosteron sentezindeki artış, sodyum tutulması ve damar hacmindeki artış renin salgılanmasının baskılanmasına neden olmaktadır. Bu durumda ciddi bir ödem ve hipernatremi oluşmaz. Çünkü diğer hormonal sinyaller böbreğin aldosteron etkisinden kaçabilmesine olanak verir.


 


Bu grup hormonların veteriner sağıtımdaki uygulama alanı hemen hemen köpeklerin kronik interstitiel nefritislerinin sağıtımı ile sınırlıdır.


 


Glukokortikoidlerin aksine tek başına mineralokortikoid yetmezliği tedavi edilmese bile ölümcül değildir. Bunun sebebi vazopressin, katekolaminler ve atrial natriüretik pepdit gibi hormonların kan basıncını ve elektrolit metabolzimasını düzenleyici etkileridir.


 


2.1.3 Adrenal Androjenler


 


Adrenal androjenler primer olarak zona fasciculata’da pregnenolon veya progesteronun 17. Karbonundaki yan zincirinin koparılmasıyla sentezlenirler. …


 


2.2 Gonadal Steroidler


 


2.2.1 Östrojenler ve Progestinler


 


Yumurtalık folliküllerinde üç major hücre tipi vardır. Follikül çevresindeki interstisyel hücrelerden köken alan theca interna hücreleri, yumurta hücresini saran granulosa hücreleri ve yumurta hücresinin kendisi.


 


Yumurtalıklardaki theca interna hücrelerinde pregnenolon önce D4 yolu ile progesterona, daha sonra da androstenedion’a çevrilir. Oluşan androstenedion yumurtalıklardaki granulosa hücrelerinde önce testosterona (17a-hidroksisteroid dehidrogenaz ile) ve daha sonra major östrojen olan östradiole (Östradiol 17b) dönüştürülür. Östrojen sentezindeki anahtar enzim bir 19-hidroksilaz-aromataz kompleksidir. 19. Karbonun uzaklaştırılması ve A halkasının aromatizasyonu ile 18 karbonlu steroidin yapımı katalizlenir. Etkili diğer östrojenler ise östron ve östriol’dür.


 


Yumurtalıklar tarafından gonadal steroidlerin üretilmesi, hormon yapımı ile yumurta hücrelerinin olgunlaşması ve ovulasyon ile döngüsel bir şekilde senkronize olmaları son derece ilginç olaylardır.


 


Östrojenin en önemli görevi menstrual siklusun normal şeklilde devamını sağlamak ve dişi üreme organlarını gebeliğe hazırlamaktır.


 


Ovaryum folliküllerinden östrogenlerin salgılanması ovaryum ve ön hipofiz arasındaki feed-back mekanizma ile düzenlenmektedir. Buna göre ön hipofizden salgılanan FSH ve LH’ın ovaryumları uyarmasıyla östrogenler salgılanır. Söz konusu uyarıda FSH’nın etkinliği birinci derecede ve LH’inkine ikinci derecede kalır. Östrogenlerin kan yoğunluğu arttığında dolaylı olarak ön hipofizden FSH salgılanması inhibe edilir. Östrogenlerce FSH salgısının inhibüsyonu mekanizması erkek hayvanlarda androgenlerin FSH salgısını inhibe ettiği şekilde ve ondan daha güçlü olarak hipotalamustan GnRF salgısının ve ona bağlı olarak FSH ve LH salgılarının azalması ovaryumlardan östrogenlerin salgılanmasının azalmasına yol açar. Östrogenlerin kan yoğunluğu azaldığında yukarıda özetlenen mekanizma tersine çalışmak suretiyle salgılanmaları artar. Böylece kan östrogen yoğunluğu gizyolojik düzeylerde tutabilmesi için feed-back kontrol mekanizması sayesinde FSH ve östrogen yoğunlukları arasında bir denge sağlanır.


 


Kana geçen östrogenlerin büyük kısmı plazmada sex hormonu bağlayan globulin (SHBG) adı verilen bir özel proteine bağlanırlar. Bu proteinin karaciğerdeki sentezi östrogenlerin etkisi ile ihtiyaca göre ayarlanmaktadır.



Östrogenler dişilerde cinsiyet organlarının ve ikincil cinsiyet karakterlerinin gelişmesi, gelişmenin ve fizyolojik etkinliklerinin sürdürülmesi için gereklidirler. Östrogenler dişi karakterlerinin meydana gelmesinde birinci derecede sorumludurlar. Özellikle progesteron olmak üzere diğer steroidlerle birlikte etkileyerek östrus (kızgınlık) olarak nitelenen davranış ve fiziksel değişiklikleri oluştururlar. Östrogenlerin dişi memelilerde oluşturduğu ikincil sex karakterleri vücut şeklinin kılların ve sesin değişmesi, memelerin gelişmesi, tüylenme vb işlevleri kapsar. Meme bezlerinin büyümesi duktusların, stromanın gelişmesindeki artış ve yağ depolanması sonucunda meydana gelir. Meme bezleri üzerindeki etkide progesteron, glukokortikoidler ve insülinle birlikte hareket eder.


 


Östrogenler tüm çiftlik hayvanlarında vücudun erken gelişen kısımlarının gelişmesini uzatmak suretiyle büyümeyi uyarıcı bir etki gösterirler ve dokuların besinlerden daha iyi yararlanmalarını sağlayarak kemiklerin ve kasların gelişmesini artırırlar.


 


Bu grup hormonların etkisiyle azot alıkonulmasında artış olmaz. Hormon kullanılmasına bağlı olarak özellikle kasaplık hayvanların karkas ağırlıklarında meydana gelen artış, yağdan çok vücut proteinlerinin ve kemiklerin ağırlık artışından ileri gelir. Gerçekten de östrogenler hücrelerde protein sentezini artırırlar. Üreme organlarının bu hormonlar tarafından büyütülmesinde hücrelerde sayısal artışın yanında protein sentezindeki artışa bağlı olarak hücre büyüklüğündeki artmanın da katkısı vardır. Genç horozlara uygulanan östrogenler vücutta daha çok yağın depolanmasına olanak sağlar.


 


Östrogenlerin proteinler üzerindeki anabolik etkileri sığırlar başta olmak üzere kanatlılar ve tüm kasaplık hayvanların semirtilmesi yönünden önem taşımakta olup bunun için özellikle dietilstilbestrol (DES) gibi nonsteroid sentetik östrogenler sığır, koyun ve domuzlarda, yemlerle birlikte verilerek veya deri altına implante edilerek kullanılabilmektedir. DES’in neden olduğu besin kirlenmesi birçok ülkede özel bir sorun yaratmaktadır. Kanserojenik etkili bulunması, sorunun önemini daha da artırmıştır. Öte yandan cinsiyet farkı gözetmeksizin insanlarda östrogenik etki gösterildiği ve dolayısı ile besinleri ile birlikte östrogenik hormon kalıntısı alan insanların östrogenik etki riski ile karşı karşıya olmalarıda konunun önemli diğer bir yönüdür.


 


Ovülasyondan sonra granulosa hücreleri corpus luteum yapısı içerisinde başta progesteron olmak üzere progestinleri sentezlerler. Androgenler ve östrogenler dışında kalan ve çoğunluğu korpus luteumdan salgılanan veya bu organdan izole edilen gonadal steroidler genellikle progestinler adı altında toplanırlar.


 


Memeli vücudunda sentezlenen başlıca projestin hormonu progesterondur. Bunun büyük bir çoğunluğu ovaryumlardan, korpus luteumun lüteal hücreleri tarafından salınmaktadır. Çeşitli dokularda hazırlanan progesteronun bir kısmı salgılanır, diğer kısmı ise hücrelerde diğer steroid bileşiklere çevrilmektedir.


 


Progesteron uterus mukozasının kalınlığını ve bezlerinin kompleksitesini artırır. Böylece endometruyum implantasyona hazırlanır. Uterus kasılmalarının frekansı azalır. Böylece implante olmuş durumdaki fötüsun dışarı atılması önlenmiş olur. Myometruyum hücrelerini oksitosine karşı duyarsızlaştırır.


 


Fallop borularını kaplayan mukozada da progesteron etkisi ile sekretuar değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler döllenen ve bölünmekte olan ovum için çok önemlidir. Zira ovumun buradan geçerek uterusa ulaşması sırasında beslenmesi bu şekilde sağlanmaktadır.


 


Progesteron memelerde lobulus ve alveolusların gelişmesini sağlar. Alveol hücreleri progesteron etkisi ile çoğalır, büyür ve sekretuar nitelik kazanır. Dana sonra da prolaktin etkisi ile süt salgılamaya başlar.


 


Büyük miktarda progesteron distal tubuluslardan su sodyum ve klorür rezorpsiyonunu artırır. Bu etkisini aldosteron reseptörleri ile birleşme yetenekleri sayesinde gösterir.


 


Progesteron katabolik etkilidir. Yani annenin yedek protein depolarını harekete geçirerek bunları gebelikte gerekli olan yapım işleri için uterusun büyümesi, süt bezlerinin büyümesi, gelişmesi ve özellikle uterus içerisindeki plasentanın gelişmesi ile yavrunun beslenip büyümesi için kullanır. Gebelikte progesteron etkisi ile iştah artar ve fiziksel etkinlik azalır.


 


Progesteron psisik etkileri çerçevesinde olmak üzere dişi hayvanlarda yavru yapma örneğinde olduğu gibi annelik davranışlarının gelişmesini kolaylaştırır.


 


Yüksek dozda verilen progesteron ve tüm progestirler hipotalamustan gonadotropin salıverici faktör salgılanmasını inhibe etmek suretiyle ön hipofizden LH salgılanmasını azaltırlar. İnekler gibi östrus siklusu gösteren hayvanlarda bu durum diöstrusun uzunluğunun bir düzenleyicisi olabilir. Çünkü korpus luteumun progesteron sekresyonu kesilir kesilmez derhal FSH salgılanması bunu izler ki bu da proöstrus ve folliküllerin gelişmesine neden olur. Yüksek dozlarda verilen progesteron birçok hayvan türünde ve kadında folliküllerin gelişmesini önlemek suretiyle ovulasyonu bloke edebilmektedir. Gebelik sırasında ovulasyon olmaması LH salgılanmasındaki azalmayla açıklanır.


 


Progesteron yüksek dozlarda verildiğinde vücut ısısını yükseltir. Vücut ısısının yükselmeye başlaması ovülasyon zamanını belirleme bakımından bir gösterge oluşturabilir. Termojenik etkinin hormonun hipotalamusta termoregülasyon merkezine etki etmesinden ileri geldiği sanılmaktadır.


 


 


belgesi-343

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin