Böylece İstanbul bir kere daha iştahlarla kinlerin üzerine çevrildiğine şahit oldu. Birbirine zıt siyasî akımlar orada birbirleriyle çarpıştı. Avrupa orada Asya’ya meydan okudu. Bununla beraber Türklerin gururu hiçbir zaman kırılmadı. Kendi hatalarını kabul etmekle beraber Türkler dostlarının tenkitlerine ustaca karşılık veriyorlar, mahkûm olanları ise kendilerini suçlayan kararı tartışma konusu yaparken davaları, açıklık ve haklı bir mantık desteği kazanıyordu. Ayrıca dostları Fransızlara, ”Niçin bizi ortadan kaldırmak istediğinizi önceden söylemediniz? Niçin bizi aldattınız? Biz sizin sözlerinize inandık ve şöyle düşündük: İngilizler sözlerinde durmadılar, ancak Fransızlar pekâlâ duruma müdahale ederek onları uyarabilirlerdi” ve ilâve ediyorlardı: “Sizlerin arabuluculuğunuzla bizim geleceğimiz güvence altına alınabilir, fakat siz düşmanlarımızın bize reva gördükleri haksızlık ve adaletsizlik karşısında sesinizi çıkarmıyorsunuz.”
İstanbul ile Beyoğlu arasında, sokaklarda bu biçimde konuşmalar sürüp gidiyordu. Ama, Asyalıların en sert ve acı tepkileri bile görünürde bir kayıtsızlık perdesi altında gizlenir. Sokaktan size bakmadan geçen bu insanları herhangi bir direniş yapamayacak durumda sanırsınız. Ama, birdenbire ortaya çıkan tatsız olayları, sebebi anlaşılamayan bu yangınları kimler çıkarıyor? Silâh sesleri nereden geliyor? İdare makinesinin çarkları arasına kayan bu kum taneleri nereden çıkıyor?
Avrupalılar, failleri göze görünmeyen ve kavranamayan bu olaylara akıl erdirememektedirler. Kaba kuvvet burada iş göremiyor. Sokaklarda uygun adımla yapılan askerî geçit resimleri kimseyi duygulandırmıyor. Asya halkı ancak toptan ürküyor. Bu da çok pahalıya mal olduğu için artık susmuş olduğuna göre, karşı tarafın intikam almak için harekete geçmesi yakındır.