İslamiyet, hemen hemen sekiz yüzyıldır İstanbul’u ele geçirmeye çalışmaktadır. Esasen Varna ve Kosova savaşlarının kazanılması, dolayısıyla Osmanlı’nın Batı tehdidine karşı orta vadede güvence altına alınması, İstanbul’un fethi için Osmanlı’ya gerekli zamanı veriyordu.
Çandarlı Halil Paşa’nın en belirgin ayrımı, onun İstanbul’un fethine karşı çıkışıydı. İstanbul surlarının kolay kolay aşılamayacağını, uzayan savaşın ise Hıristiyan dünyasını birleştireceğini düşünmektedir.
Veriler incelendiğinde yükselmek ve iktidara tek başına el koymak isteyenlerin fetihten yana tavır aldığını, buna karşılık yerel beylerin barış siyasetini savunduğunu görüyoruz. Fatih, kararı ‘Divan’dan geçirebilmek için, İslami öğeyi kullanıyor; “Atalarımız gibi bizim de esas vazifemiz gaza yapmaktır” diyor. Osmanlı Devletinin “hayatı ve temeli olan gaza ananesini” vurgulayarak Çandarlı’nın bu geleneğe ihanet ettiğini ima ediyordu.
Bu noktada Çandarlı’nın tasfiyesi, Çandarlı’nın şahsında Türk aristokrasisinin köklü tasfiyesi olacaktı. Tasfiyeden doğan boşluk ise devşirme bürokrasi tarafından doldurulacaktır; ki bizzat bu tasfiyenin düşünülmesi bile genç Fatih’in kişisel “boyunu” fazlasıyla aşan, bizzat söz konusu devşirme bürokrasinin iktidara tümüyle el koyma yöneliminin ifadesiydi. Dolayısıyla İstanbul’un fethinin arka planında öncelikle bu olay yatmakta, bu iktidar dönüşümünün Türk-Müslüman aristokrasisine rağmen yapılabilmesi için üzerine basılacak basamak anlamında önem taşımaktaydı. Keyfiyet buyken fethe, “gerçek Müslümanların Allah’ın kanununu Bizans’a egemen kılması” veya “Peygamberin hadisini gerçekleştirmek” gibi misyonlar biçmek, olsa olsa toplumu manipüle etmenin aracı olarak anlamlıdır; ancak asla gerçeği yansıtmamaktadır.
Bu noktada pek çok kaynağın yinelediği bir yargı var: Güya Çandarlı Bizans’tan rüşvet almaktaydı ve barış politikasını savunmasının nedeni de buydu! Bu iddianın barış politikasına kulp takmaya ve halk nezdinde etkisizleştirmeye çalışan hizbin komplosu olmaktan öte itibar edilecek bir yanı yoktur. Güya Bizanslılar, barışı savunması karşılığında Çandarlı’ya düzenli olarak karnı mücevherlerle doldurulmuş balık gönderiyorlarmış; Çandarlı da balığın dışını midesine, içindekileri de hazinesine aktarıyormuş! Buna karşılık Bizans’tan çok daha büyük toprak ve altın sahibi, Osmanlı’nın en büyük aristokratı Çandarlı’nın barışı rüşvet karşılığı savunduğunu söylemek inandırıcı olmaktan uzaktır.
İstanbul’un fethini zorlayan diğer bir dizi neden vardır kuşkusuz.
İkincil en önemli neden yine siyasidir: Edirne’nin, öncelikle Batı’dan gelecek seferlere karşı yeterince korunaklı olmadığını göstermiştir; ki bu durum, İstanbul’un fethini dayatan faktörlerden biri haline gelmiştir. Gerçekten de Edirne, güvenli bir başkent olmaktan öte, sürekli Batı’ya saldıran askeri bir devletin merkez karargahı durumundaydı. Oysa son dönemde yaşanan yenilgiler, yenilmezlik ön yargısını zedelemiş, hatta zaman zaman Edirne’nin bile kaybedilebileceği kaygısını yaşatmıştır.
Osmanlı’nın tam merkezinde yer alan Bizans’ın varlığı, hem Batı dünyasının Osmanlı’yla ilişkilerini ve onu kabullenmelerini zorlaştırıyordu, hem de egemen bir Bizans, Osmanlı’nın işgali altında olan Balkanlar açısından bir istikrarsızlık faktörüydü. Yani Balkanlar’da kesin bir hakimiyet kurmak için İstanbul’un alınması, Osmanlı egemenliğinin pekişmesi için büyük önem taşıyordu. Aynı sorun boğazların denetimi bağlamında da kendini şiddetle hissettiriyordu.
Üçüncü en önemli neden yine siyasidir:
Katolik dünyadan kopuk bir Bizans, Osmanlı’ya askeri bir tehlike oluşturmayacaktır; buna karşılık Vatikan ile birleşmeye yönelmiş bir Bizans, Osmanlı’nın özellikle Avrupa’dan geri atılarak Hıristiyan topraklarının yeniden birleştirilmesi siyasetini kışkırtan bir işlev görecektir.
Dördüncü neden ekonomiktir:
Bizans’ın ele geçirilmesi ve bu yolla boğazların kesin denetiminin ekonomik boyutunun da, (temel ekonomik girdinin talan, haraç ve vergiler olmasından olsa gerek, Osmanlı belgelerinde ekonomik faktörün önemine ilişkin bir şey bulamıyorsak da), işgalin gerçekleştirilmesinde önemi büyüktür.
İstanbul’un fethinin kuşkusuz İslami/ideolojik nedeni de mevcuttur. İslam’a göre dar-ül harp olan Bizans’ın boyun eğdirilmesi İslami bir görev oluşturmaktaydı ve salt bu nedenle de İstanbul’un işgali yönünde yoğun bir tazyik söz konusuydu. Ancak salt böylesi bir ideolojik faktör temelinde fethi gerekçelendirmeye çalışmanın bizi Fatih’i anlamaktan da uzaklaştıracağı açıktır.
Fatih içine kapanmak, elindekiyle yetinmek ile cihanşümul bir imparatorluk olmak arasında yol ayrımına gelen (ve bu ayrımın taraflarının kıyasıya çatıştığı) bir devletin, ikinci görüşten yana güçlerinin temsilcisi olarak tahta oturacaktı. Bizans’ı fethetmenin ön gününde bunun anlamı ise, Roma İmparatorluğu’nun varisi olmaktı.
Kendi şahsında “Türk-Roma-İslam-İran geleneklerini meczeden bir tahtın sahibi olmaya doğru çekilen” bir imparator konumundaydı Fatih.
Kaynak: Cumhuriyet Kitapları-8. Baskı : Aralık 2006
belgesi-1825