Eski Türk Halıları ve Tarihçesi

Eski Türk Halıları – Halı ve Kilimin Tarihçesi

Türklerin daha Hunlar devrinde, Milattan önceki yıllarda çok gelişmiş "Gördes" düğüm’lü halı tekniğine sahip oldukları Altay dağları eteklerinde, Güney Sibirya, Pazırık kurganları kazılarında ele geçen eşsiz halı ile belli olmaktadır. Fakat daha sonra Doğu Türkistan’da Lop gölü batısında Lou-Lan’da 1906-1908’de Aurel Stein, Tarım nehri kuzeyinde Kuça yakınında Kızıl’da bir mabette 1913’te A. von Le Coq tarafından bulunan tek argaç üzerine basit düğüm tekniği ile yapılmış ve 3. ve 6. yüzyıllardan kalma küçük parça halılara kadar ara’da bir boşluk vardır. Belki de bu kadar uzun zaman içinde Pazırık halısının yüksek tekniği unutulmuş, yeniden bulunan çok basit bir düğüm tekniği ile halı sanatında ikinci bir devir başlamıştır.

İslamlık devrinde Abbasilerden kalma geometrik örnekli halı parçaları arasında yine Doğu Türkistan düğüm tekniğine uygun olarak yapılmış bazıları Fustat (Eski Kahire)’ta ele geçirilmiştir.

10. yüzyılda Buharada ve Batı Türkistan’ın diğer merkezlerinde eskiden olduğu gibi halı yapıldığı ve bunların diğer ülkelere ihraç edil’diği kaynaklardan bilinmektedir. 13. yüzyıl başlarında Moğollar’ın tahribine kadar bu durum devam etmiştir.

Kahire İslam Sanatı Müzesi’nde Fustattan gelme, Gördes düğümlü ve kırmızı zemin üzerine Palmet motifi bir yün halı parçası son yıl’larda Johanna Zick-Nissen tarafından titizlikle incelenerek bunun Ortaçağ İslam dünyasında düğümlü halıların başlangıcı olduğu belirlenmiştir. Bordürde kufi yazılı satırdan bir parça kalmıştır. Halının Abbasiler zamanında, Maveraünnehir yani Batı Türkistan’dan ithal edildiği tahmin edilmekte ve 7.-9. yüzyıllar arasında bir tarih verilmektedir. Bu durumda Buhara ilk akla gelen merkez olup, burada Doğu Türkistan’ın aksine, Gördes düğümünün ve kufi bordürle bitki motiflerinin bilinip kullanılmış olması düşünülebilir. Çok karışık ve ince iş’lenmiş desenli iki tarafında değişik örneklerle Kühnel’ in Berlin Müzesi’ne kazandırdığı parça halı da Mısır’a Batı Türkistan’dan (Tranoscania) ve Buhara’ dan ithal edilmiş olabilir. Bu çevreden daha başka halı kalmadığından diğer örneklerin çeşitleri bilinmiyor.

Mısır’da bulunan diğer parça halılarda ise Doğu Türkistan’ın tek argaca düğüm tekniği uygulanmış olup koyu bir mavi hâkim zemin rengidir. Bunlar, Atina Benaki Müzesi’nde Fustattan gelme iki parça halinde olup yine Johanna Zick-Nissen tarafından incelenmiştir. Kahire Üniversitesi koleksiyonunda Eski Kahire’nin Tolunlu şehri el-Katai’ de yeni bulunmuş diğer bir parça kufi bordur ve ona bağlı inci dizisi örneği olarak, Benaki Müzesi’ndeki parça’lar ile aynı özelliği taşır.

Tolunlular ‘ın Mısır’dan başka Suriye ve Adana havalisine kadar genişlediği Humaraveyh zamanında halı ve dokuma sanatının çok gelişmiş olduğu anlaşılıyor. Fakat daha sonra İran’da, Selçuklu Sultanlığı devrinden hiçbir halı parçasının kalmamış olması büyük talih’sizliktir. Bununla beraber 13. yüzyıl başlarında Konya’da Anadolu Selçuklularımdan kalan Gördes düğümü ile yapılmış halılar, halı sanatının temelini oluşturan ve etraflıca bilinen en eski halılar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Konya Alâeddin Camii’nde 1905’te F.R. Martin tarafından keşfedilen bu sekiz Selçuklu halısından sonra R.M. Riefstahl’ in 1930’da bulduğu üç Selçuklu halısı ve 1935-1936 yıllarında Fustat’ ta ele geçirilen yedi küçük parça halı ile bunların sayısı 18’i bulmuştur.

İslam dünyasına Türkler’ in getirdiği halı sanatı diğer taraftan tek argaca düğüm tekniği ile İspanya’ya kadar yayılmış, Avrupa’da da hayranlık uyandırarak ressamların tablolarında yeni bir unsur olarak yerini almıştır.

İran halısı diyebileceğimiz halıların ancak 15. yüzyıldan sonra ortaya çıkması, 14. ve 15. yüzyıllarda minyatürlerde görülen halıların kufiden gelişen bordürleriyle 13. yüzyıl Selçuklu halılarının motiflerini benimseyerek tekrarlamış olmaları ile İran’da halı sanatının Türklere bağlı gelişmesi kendini belli eder. Tarihlendirilen orijinal İran halıları 16. yüzyıldan başlamaktadır. Selçuklu halılarında kufiden gelişen bordur daha sonraları örgülü ve çiçekli kufi bordürler halinde minyatürlerdeki halı tasvir’lerinden başka İspanya ve eski Kafkasya halı’larına varıncaya kadar yerini alarak etkisini göstermiş bu halılara büyük ölçüde zenginlik kazandırmıştır.

14. yüzyılda kuvvetle üsluplanmış hayvan figürlerinin Anadolu halılarına girmesi de yine Selçuklu menşeine dayanır. Bunların daha yüzyılın başında Avrupa resminde yer alabilmesi için Selçuklu devrinde Avrupa’ya getirilerek tanınmış olması gerekir.

Fakat bu hayvan figürlü halıların asılları bir yüzyıldan uzun bir sürenin sonunda, ancak 1890’da W.v. Bode’nin Roma’da, Berlin Müzesi için satın aldığı ejder anka mücadelesi kompozisyonlu (Ming) halısı, diğeri 1925’te İsveç’in Marby köy kilise’sinde bulunan bir ağacın iki tarafından kuş figürleri ile kompozisyonlu halı olarak yüzyıllarca sonra keşfedilebilmiştir. Daha sonra Fustat’ ta, İstanbul’da ve Konya’da bulunan diğer hayvan halılarıyla durum zenginleşmiştir.

R.M. Riefstahl’in Beyşehir’de üç Selçuklu halısından başka bulduğu, 15. yüzyıldan kalma büyük boydaki dördüncü halı da daha sonraki Holbein halılarının prototipi olarak çok zengin bir gelişmenin sağlam temelini meydana getirmiştir.

1451’de Fatih devrinden başlayarak 16. yüzyıla kadar önce İtalyan sonra Felemenk ve Hollandalı ressamların tablolarında tasvir edilen, fakat Holbein’in tablolarında daha sık ve belirli görüldüğü için onun adıyla tanınan örgülü kufiden geliştirilmiş bordürler ve çok üsluplanmış bitki motifleriyle canlandırılmış geometrik örnekli halılar, Osmanlılarla yeni bir üslubun başladığına işaret eder. Hepsi Holbe’in ile ilgili olmamakla beraber bu halılarda dört tip ayırt edilir. Birinci tipe giren küçük örnekli Holbein halıları, konturları belirsiz düğümlü sekizgenlerle, kaydırılmış eksenlerde alternatif sıralanmış ve rûmi palmetlerden meydana gelen baklavalardan ibaret zeminleriyle adına en uygun ve karakteristik halı olup aynı zamanda bunların en eskisidir. Holbein’in tablolarında hiç yer vermediği küçük örnekli ikinci tip de bitki motiflerinin birleşmesiyle meydana gelen dört kollu (haçvari) zengin baklavalarla, dağılmış şekiller haline gelen kontursuz sekizgenlerin aynı şemaya göre sıralanmasını gösterir. Lorenzo Lotto’nun tablo’larında sık görüldüğü için son zamanlarda bunlara Lotto halıları adı verilmektedir. Uşak bölgesine mal edilen bu küçük örnekli iki tip daha sonra Uşak halılarının geliştirilmesine yol açmıştır.

Büyük örnekli III. ve IV. tip Holbein halılarından ilki sekizgenle dolgulanmış büyük kare veya dikdörtgenlerin üst üste sıraladığı sade bir örnek gösterir. Aynı büyüklükte bölümlenme şekliyle hayvan figürlü halılara bağlanan bu III. tip Holbein halıları 15. yüzyıl boyunca gelişmiş ve son yıllara kadar devam etmiştir.

Büyük kare veya dikdörtgenlerin altında ve üstünde ikişer küçük sekizgenden ibaret örnekleriyle ilk defa bir gruplanma gösteren IV. tip Holbein halıları Selçuklu devrinin geometrik şekilleriyle kufiden gelişen bordürlerini devam ettirmektedir. Büyük örnekli bu son iki tip Holbein halıları Bergama halıları grubuna geçişi hazırlamıştır. Bunlar da geometrik örnekler, bazen çok üsluplanarak aynı şemaya uydurulmuş bitki motifleri hâkimdir. En eski’leri 16. yüzyıldan kalan bu halılarda 18. yüzyıl da küçük hayvan figürlerinin dolgu motifi ola’rak tekrar ortaya çıkması ile hayvan figürlü halılarla bağlantı kurulmuştur.

Geometrik örnekli halılar yanında 16. yüzyıl boyunca ortaya çıkan çeşitli tiplerle Türk Halı Sanatı’nda çok parlak ve yeni bir devir açılmıştır. Uşak bölgesinde yapılan halılarla başlayan bu gelişme, Osmanlı sanatının diğer kollarında ve mimaride olduğu gibi klasik bir devir olarak değerlendirilmiştir. Bu Uşak halı’larının çok zengin ve çeşitli grubu etraflıca toparlanıp incelenmiştir, iki ana tip olarak madalyonlu ve yıldızlı Uşak halıları sağlam geometrik motifler yerine, çeşitli zengin motiflerinden bir kompozisyonla yeni devrin başlangıcı olmuştur. Bunlardan, madalyon motifinin esas olduğu halılar on metreye varan ölçüleriyle büyük orta madalyonun altında ve üstün’de birer yanlar da ikişer kesik madalyonla sonsuzluğa işaret eden bir örnek gösterir.

Madalyon Tebriz halılarından gelen kitap, cilt ve tezhip süslemelerinden geliştirilmiş bir motiftir. Fakat onlarda madalyon motifi sınır’ları belli kapalı kompozisyonlar halinde kalarak dondurulmuş, buna karşılık Türk halıları’nın sonsuzluk prensibi bu yeni tiplerde de hâkim olmuştur. Türkler, kitap sanatına bağlanmadan sonuna kadar tekstil sanatı kanunları’nı ve özelliklerini sağlam bir seziş kabiliyetiyle korumuşlardır. Madalyonlu Uşak halıları 16. yüzyıldan 18. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir.

Sekiz köşeli yıldız biçimindeki madalyon’larla küçük baklava şeklindeki madalyonların kaydırılmış eksenler üzerinde alternatif sıra’lanmasını gösteren Yıldızlı Uşak halılarında örneklerin sonsuzluğu daha bellidir. 1. gruptan daha küçük ölçüde yapılan bu yıldızlı Uşak halıları 16. yüzyıl başlarında görülüp 17. yüzyıl sonunda ortadan kaybolmuştur.

Klasik Anadolu halıları yanında 16. yüzyıl son yarısından başlayarak yepyeni bir teknik’le, tamamıyla naturalist motiflerin hâkim oldu’ğu Osmanlı Saray halıları grubu ortaya çıkmıştır. Hepsi Gördes Türk düğümlü bütün diğer Türk halılarından farklı olarak sine (İran) düğü’mü ile yapılmış olan bu halılar sık düğümleriyle kadifeyi andıran yumuşak bir etki bırakırlar. Osmanlı saray üslubu diyebileceğimiz bu yeni gelişmede üslup birliği halinde bütün diğer sanatlarda da naturalist motifler hâkim olmuştur. Bütün süsleme sanatlarında, lale, sümbül, gül, karanfil, bahar açmış dallar, saz denilen kıvrık yapraklar, 18. yüzyıl sonuna kadar gittikçe zenginleşerek kullanılmıştır.

Osmanlılar 1514’te Tebrizi 1517’de Kahire’yi fethetmiş olup bu iki tarih Türk Halı Sanatı bakımından önemlidir. Osmanlı saray halıları Memlûk halılarının teknik malzeme ve renk etkisi altında o devir Türk sanatının bütün kollarında görülen Türk çiçeklerinin naturalist motifleriyle meydana gelmiş, madalyon düzeni Uşak halılarından farklı olarak belirsiz planda kalmıştır. Esas örnek sonsuzluğa göre çizilmiş bir desendir.

İlk Saray halılarının İstanbul’dan gönderilen örneklere göre Memlûk halı tezgâhlarında yapıldığı kabul edilmekle beraber Kühnel daha sonra bunların İstanbul’da ve ipek şehri Bursa’da yapılabileceğini ileri sürmüş, bu fikir bir kaynakla da belgelenmiştir.

Sultan Murad III.’ün 1585 tarihli fermanıyla, Mısır’da bulunan ipek gibi ince yün malzemesini birlikte getirmek kaydıyla İstanbul’a davet ettiği 11 halı ustasından biri (Arslan) adından anlaşılacağı gibi Türk asıllıdır. Bu Mısır yünü tatlı kırmızı, güzel bir sarı, koyu mavi ve çimen yeşili olarak Memlûk halılarında görülen renklerle boyanmış argaç ve arışları için tabii beyaz yün iplik, arışlarda bazen kırmızı yün kullanılmıştır. İstanbul ve Bursa’da ilk Saray halılarının örnekleriyle yapılan sonraki halılarda ise argaç ve arış iplikleri ipekten yapılmıştır.

Dünya müze ve koleksiyonlarına dağılmış olan Osmanlı Saray halılarından elimiz de yalnız TİEM’ de bulunan çok yıpranmış halde 8.80 x 4.65 m. ve 4.28 x 4.80 m. gibi çok büyük ölçüde iki halı ile bir seccade ve T.K.S.M’-de diğer bir seccade kalmıştır. Eskişehir kaza’sından Seyyid Battal Gazi türbesinden 10 kanunusani 1329 (1911 Ocak) tarihinde getirilmiş 768 ve 153 sayı ile TİEM’ ne kaydı yapılmıştır. 768 envanter kayıtlı ve daha büyük ölçüdeki halı kırmızı zemine sarı ve beyaz dolgu’lu kanatlı rûmflerden meydana gelen dört iri palmet dolgulu baklavaların kaydırılmış eksen’ler halinde sıralanmasını gösterir. Enine beş sıra halindeki baklavaların içi bir sırada yeşil bir sırada koyu mavidir. Baklavalar arasında çift sıralı saplarla bağlantı sağlanmıştır.

Barok havalı kanatlı rûmılerin baklava kompozisyonu, Osmanlı Saray halılarında çok kullanılan bir örnek olup, bu halıdan başka Londra, Victoria and Albert müzesindeki Saray halısında aynen tekrarlanmış, bazen bu zemin kompozisyonu üzerine madalyonlar eklenmiştir.

16. yüzyıl ortasından 17. yüzyıl sonuna kadar süren Osmanlı Saray halıları örnekleri fa-kirleşip yavanlaşarak devam etmiştir. Uşak halılarının bozulan gruplar içinde kabalaşmış örnekler halinde günümüze kadar yaşamış, 19. yüzyılda İzmir halıları adını almıştır.

Saray halıları grubundan seccadeler ise 18. yüzyılda Gördes, Kula, Lâdik Uşak seccadelerinde çeşitli şekilde yaşatılmıştır. Bu gruptan Sultan Ahmet’ le ait olduğu bilinen şahane bir seccade Topkapı Sarayı Müzesindedir. Mangal altına serildiği için, bazı yanıkları olmakla beraber Sultana layık bir iş olduğu bellidir.

Berlin Müzesi’nde bulunan diğer bir Saray seccadesi üst kenar bordüründeki 1019 hicri tarihli kronograma göre 1610 yılını göstermekte ve 17. yüzyıl başlarında saray imalatı seccadelerin, belki de Sultan Ahmet I. için seçme bir örnek halinde, yapıldığına işaret etmektedir.

Önceki yüzyıllardan bugüne kadar bilinen en eski seccadeler 15. yüzyıldan kalmış olup, Türk Halı Sanatı’nın ayrı bir grubunu teşkil eder. Bunlardan TİEM’ de bulunan üç seccadenin birbirinden tamamıyla farklı üç ayrı kompozisyon göstermesi zengin yaratma gücüne işaret eder. Diğer 15. yüzyıl seccadeleri’ni Belliniler, Carpaccio ve L.Lotto Rönesans tablolarında tasvir etmişlerdir. Münih galeri’sinde Giovanni Bellini’nin 1507 tarihli Venedik Docu Loredan’ı canlandıran tablosunda masanın ayakları altında görülen böyle bir secca’denin tam benzeri, Berlin İslam Sanatı Müzesi’nde bulunmaktadır. En erken örneklerden biri de Gentile Bellini’nin Londra National Galeri’deki tablosunda resmedilmiştir.

Berlin müzesinde 16. yüzyıl başından şahane bir Uşak seccadesinin alt kenarında Bel’lini seccadelerindeki girintili bölüm çok iri bir palmet şeklini almıştır. Bode koleksiyonun’dan 1600 tarihli diğer bir Uşak seccadesi çok geniş bir bordürle ortası madalyonlu sade çift mihrablı seccadelerin ilk örneklerindendir. 15. yüzyıl gibi 16. yüzyıldan da ne yazık ki çok az sayıda seccade kalmıştır.

17. yüzyılda birden çoğalan ve çeşitleri zenginleşen seccadeler arasında kıvrak kon-turlu mihrab şekilleriyle Gördes seccadeleri en zengin aynı zamanda Osmanlı Saray seccadeleriyle bağlantılı, onlara yakınlık gösteren grup olmuştur. Güneyinde bulunan Kula, daha sade mihrap nişleriyle Gördes’e benzemekle beraber sayıları 10’a kadar çıkan ince şerit halinde bordürleriyle ayrılır. Ayrıca manzaralı Kula denilen küçük evler ve ağaçlarla dekorlu değişik cinsleri vardır. Lâdik seccadeleri üçüncü sırada gelir. Yumuşak yünleri ve parlak renkleriyle göze çarpar, mihrabın altın’da veya üstünde görülen uzun saplı lale sıra’ları ile karakteristiktir.

iki veya üç konturlu mihrablarıyla Kırşehir ve kazası Mucur seccadelerinde iki veya üç çeşit kırmızı renk vardır. Milas seccadeleri canlı ve parlak renkleriyle Gördes seccadelerinin şekillerini Uşak ve Bergama etkileriyle devam ettirir. Hayvan postu biçiminde mihrab şekilleriyle diğer seccadeler ayrı bir grup halinde bunları zenginleştirir.

Transilvanya kiliselerinden dünya müze ve koleksiyonlarına dağılan Anadolu seccadeleri’nin çoğu 17. yüzyıldandır. Tek ve çift mihrablı şekilleri olan bu seccadeler Uşak ve Bergama grubuna bağlanır. Bunlar dışında kalan diğer seccadeler hep yukarıda görülen tiplerin az çok değişmiş, karışık şekillerinden meydana gelmiştir.

Türk Halı Sanatı 19. yüzyıl sonuna kadar gelişmesine devam etmiş, bugün de Konya, Kayseri, Sivas, Kırşehir bölgesi ile, Batı Anadolu’nun Isparta, Fethiye, Döşemealtı, Balıkesir, Yağcıbedir, Uşak, Bergama, Kula, Gördes, Mil, Çanakkale, Ezine, Doğu Anadolu’da Kars ve Erzurum bölgesinde eski Türk halı sanatının canlandırılmasına ve geleneğin yaşatılmasına çalışılmaktadır.

16. ve 17. yy. Klasik Devir Türk Halı Sanatı . (Uşak Halıları)

Selçuklu halılarından sonra, Türk Halı sanatının ikinci parlak devri XVI. yüzyılda Uşak ve çevresinde yapılan halılarla başlar. Türk halıları içinde en büyük ve tanınmış grup olan Uşak halıları, Avrupalı ressamların tablolarında sık sık tasvir edilip, XVIII. yüzyıl sonuna kadar çok tutulduğu halde, envanter kayıtlarında Uşak adı geçmez ve bunlar Türk halıları diye bilinir. Yerli kaynaklarda ise bu halılar, 17. yüzyıldan beri tanınmaktadır. Evliya Çelebi (1633’te), İstanbul loncasında 111 halı tüccarı ile, İzmir, Selanik, Kahire, İsfahan, Uşak ve Kavala menşeli halıların satıldığı 40 dükkandan bahseder. 1674’te İstanbul Yeni Valide Camii envanterinde bir Uşak halısının adı geçer (Evliya Çelebi). 1726’da Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi Uşak halıları ile kaplanmıştır.  1763’te açılan Laleli Camii için Uşak’a halı ısmarlanmıştır. Ahmet Refik, hicri 12. yüzyılda İstanbul hayati (İstanbul, 1930) s. 201, vesika 244’te Uşak ile birlikte, Uşak çevresinden de söz etmekte ve örneklerin İstanbul”dan tedarik edildiğini belirtmektedir.

Holbein halıları adı ile tanınan grubun ilk iki tipi, bunlara menşe olarak kabul edilir. Fakat bunlarda geometrik motifler yerine, tamamen bitki motifleri ve yine bitki motiflerinden meydana gelen madalyonlar hâkim olmuştur.

İki esas grup olarak madalyonlu ve yıldızlı Uşak halıları alışılmış isimlerdir. Bunlardan hangisinin daha önce olduğu belli değildir. Yıldızlı Uşak grubunu daha önce kabul edenler varsa da, gerçek çıkış tarihini belirlemek bugünkü bilgilerle imkânsızdır. Tablolardaki tasvirlerine bakarak 16. yüzyılın ilk yarısına mal edilebilir. Türk halılarında madalyon şekli de ilk defa bu yüzyılda kullanılmaya başlamıştır.

Madalyon şeması İran’da minyatürlü yazmaların tezhipli sayfalarından, yani kitap süs’leme sanatından halı sanatına geçerek 16. yüzyıl Tebriz halılarında önemli bir rol oynamıştır.

1514’de Tebriz’in Türkler tarafından fethinden sonra madalyon şeması fikir olarak Türk halılarına da girmiştir. Uşak halılarındaki çok çeşitli zengin madalyon tipleri Türk ustaların hâkimiyet ve yaratma gücünü belli eder. Bu ustalar kitap sanatını halıya aktarmaktan çekinmişlerdir.

Tebriz, Keşan ve İsfahan halılarında esas örnek olarak halının ortası iri bir madalyonla, köşeler çeyrek madalyonlarla belirtilerek, madalyonların içi ve halının zemini minyatür sanatına göre bitki süslemeleri, insan ve hayvan figürlü kompozisyonlarla doldurulmuştur. Böylece minyatür sanatının, aynı nakkaşlar tarafından çizilen halı örnekleri kartonları ile tekstil tekniğine uygulanması yüzünden İran halısının gelişmesi tıkanmıştır.

Buna karşılık XVI. ve XVIII. yüzyıl Uşak halılarında yeni örnekler tekstil sanat ve tekniğine uygun olarak değerlendirilmiş, tabii olarak devamlı gelişmesi sağlanmıştır.

Madalyonlu Uşak Halıları

     Madalyonlu Uşak halıları daha önemli bir grup olarak XVIII. yüzyıl içinde de gelişmiş, 10metreye kadar uzun olanları yapılmıştır. Orta eksende yuvarlak, yanlarda sivri dilimli madalyonların sıralanmasından ibaret ve sonsuzluğa işaret eden kompozisyon, İran halılarının  sınırları belli ve kapalı kompozisyonundan Kırklıdır.

      Sonsuz örnek halinde sıralanmış madalyonlardan kesilmiş bu kompozisyon düzeninde, ancak madalyonlar bazen oval, bazen yuvarlak olarak değişmiş, sıralanışta zeminin boyutları farklı da olsa bir değişme olmamıştır, Bol sayıda kalmış olup, 18. yüzyıl ortalarına kadar devam eden madalyonlu uşakların en iyi cinsleri, sarı çiçeklerle doldurulmuş lacivert zemin üzerine koyu kırmızı ve mavi madalyonlulardır. Kırmızı zeminliler daha zengin’dir ve madalyonları hep lacivert olur. Umumiyetle yünden yapılmış, bazen pamuk kullanılmıştır. Kırmızı, lacivert ve parlak sarı hâkim renkler olup, ikinci derecede yeşil, mavi renkler, konturlarda siyah kullanılmış, üç asıl, iki yardımcı renkle zengin şahane dekorlar meydana gelmiştir.

       XVI. yüzyıl başlarından itibaren süratle gerek klasik şeklini almış olan madalyonlu Uşak halıları, hemen Avrupa’ya da ihraç edilmiştir. VIII. Henri’ nin, Kraliçe Elizabeth zamanında 1570’te kopya edilen bir aile resminde, ayakları altına serilmiş bir madalyonlu Uşak halısı tasvir edilmiştir. 16. yüzyıl Hollanda enteriör resimlerinde masaya serilmiş madalyonlu Uşak halılarının çok titiz resmedilmiş tasvirleri vardır. Vermeer’ in Buckingham sarayında ve Dresden galerisindeki, Terborchun Londra National Gallery’ deki tabloları bunlar arasındadır. Polonyalı Wiesiolowski ailesi arması ile madalyonlu Uşak halısı (Berlin Müzesinde) ve Krakovi’ de Wavel’ de bulunan halı, madalyonlu uşakların sipariş üzerine yapıldığı’nı gösterir.

17. yüzyılda madalyonlu halıların değişik tipleri de ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri sekiz dilimli madalyonların değişik eksenlerle sıra’lanmasından meydana gelen sonsuz örnek prensibini kuvvetle belirtmektedir. Bunun daha eski bir örneği son harpte Berlin Müzesin’ de yanmış fakat bu arada birçok başka örnek’leri bulunmuştur.

18. yüzyıl son yarısında Avrupa resminde madalyonlu Uşak halılarının çok değişik örnekleri hâlâ tasvir ediliyordu. Bunlardan İsviçreli ressam Liotard (1702-1789) "Conventry Kontesi Portresi"nde yerde serili olarak koyu mavi zemin üzerine açık kahverengi madalyonun altında, üstünde lotus yanlarda birer palmetlerle orijinali bilinmeyen bir madalyonlu Uşak halısı resmetmiştir.

Burada madalyon zemin genişliğine yakın bir ölçüye varmış, bordürle arasında çok az mesafe kalmıştır.

İstanbul TİEM’ de ve Konya Mevlana Müzesi’nde parça halinde ve tam olarak birçok madalyonlu Uşak halılarının şahane ve çok değişik örnekleri vardır. Son yıllarda Kuveyt Emiri’ nin yeni kurduğu modern bir müze olan Kuwait National Museum’da çok iyi durumda (3,25 m.x7,23 m.) şahane bir madalyonlu Uşak halısı bulunmaktadır. Aynı müzede bir araya dikilmiş parçalar halinde küçük örnekli, 1. tip Holbein halısı (1.4 m x 2.87 m) ile bir de yıldızlı Uşak halısı vardır.

Yıldızlı Uşak Halıları

     Yıldızlı Uşak halıları sayıca daha küçük bir ip olup, sekiz kollu yıldızlarla küçük baklava biçimindeki madalyonların kaydırılmış eksenler üzerinde alternatif sıralanmasını gösterir. Bunlar orta boy halılardır, dört metreden uzun olanları pek azdır. Zaman bakımından da 17. yüzyıl sonundan ileri geçmez. Daima kırmızı zemin üzerine sekiz köşeli yıldız madalyonlar ve küçük baklavalar koyu mavi ekleri meydana getirir. Bunlarda halının ortası belirtilmez ve madalyonların sonsuz örneğe bağlandığı açıkça bellidir. Bazen zemin, mavi madalyonlar kırmızı renkte olabilir. Madalyonların içi sarı ve kırmızı palmet ve çifte Rumilerle dolgunlaşmış, zemin köşeli dallar ve çok renkli çiçeklerle bezenmiştir. Bunların başlangıç tarihleri daha belirlidir. Bordürlerinin ortasındaki kartuşlar içinde Montague ailesinin armasını taşıyan yıldızlı Uşak grubundan üç halının ikisi tarihlidir. Duke of Buccleuch koleksiyonunda bulunan bu halılardan üç yıldız, iki baklava veya üç baklava iki yıldız olarak beşer madalyon halinde alternatif sıralanmış örnekle büyük halı 1584 tarihli, 3 madalyon sırası ile daha küçük olanı 1585 tarihlidir. Tarihler dar kenarda, halı üzerine dikilmiştir. Üçüncü halı tarihsizdir. 1914’ten beri İngilizlere mal edilen bu halılar, sonraları Kühnel ve Erdmann gibi otoritelerce Türk halısı olarak kabul edilmiştir. Dr. May Beattie ise, son araştırmasında teknik ve malzeme bakımından inceleyerek bunların İngiltere veya Antwerpen’ de yapılmış olabileceği’ni ileri sürmüştür. Sağlam bir dayanağı olmayan bu iddia, sonraki tarihlerde Türk halılarından kopya edilerek İngiliz halıları yapılmış olmasına bağlanır. Fakat 16. yüzyılda İngiltere’de halı yapıldığını gösteren belge yoktur. Bunların sipariş üzerine ve kontrol altında Uşak veya çevresindeki tezgâhlarda, gönderilen keten iplikler ve örneklere göre özel olarak hazırlandıklarını kabul etmek gerekir. Ayrıca büyük halının zeminindeki Romen harfleri, bunları okuyamayan kimselerce ters olarak konulmuştur. Kühnel de Avrupa’nın teşvik ve istekleri ile hatta bir dereceye kadar direkt kontrolü altında İzmir ve civarında halı imalat merkezleri kurulduğunu belirtir. Bu halılar konulacakları yere uygun ölçüde hazırlanırdı, armalı olanlar da bunların sipariş olduğunu gösterir.

  Daha önce bir geleneği daha sonra da bir devamı olmadan yıldızlı Uşak halılarının en şahane örneklerinin İngiltere’de yapılmış sonra bu tezgâhların birdenbire tatil edilmiş olduğu’nu düşünmek güçtür.

   Yıldızlı Uşakların ilk klasik tasviri Paris Bordone’nin Venedik’te Accademia di Belle Arti’ deki 1533 tarihli bir tablosunda, daha yüzyılın ilk yarısında görülür. Burada "Balıkçının aziz Markus’ un yüzüğünü Doc’ a getirmesi" tablosunda Doc’ a tahtı altında serili şahane bir yıldızlı Uşak tasvir edilmiştir. İngiltere’de 17. yüzyıldan önce böyle tasvirler görülmez.

    Yıldızlı Uşaklar 17. yüzyılı geçmediği halde, kısa zamanda gelişmesini tamamlamış, bir bozulma olmamıştır. 16. yüzyıldan ancak 20-25 kadar yıldızlı Uşak kalmıştır. Boyları 4 metreyi geçmez. İstanbul Türk ve İslam Eser’leri Müzesi’nde ortada tam, altta üstte birer yarım yıldız madalyonla yalnız orta eksenden ibaret kalmış geç devirden küçük bir örnek dikkati çeker. İstanbul, Sultanahmet Camii, Hünkâr Kasrındaki Vakıflar Halı Müzesi’nde 17. yüzyıldan kalma bu çeşit halılarda, diğer enteresan örnekler vardır. Bunlar arasında çok eskimiş bir yıldızlı Uşak mavi zemin ve kırmızı yıldız madalyonu ile değişik bir görünüştedir.

   Donald King ‘e göre; Yıldızlı Uşak halıları örneği ile Erdebil halısı gibi çiçek dekorlu zemini arabesk dolgulu madalyonları ve ovalleri ile İran halı desenleri arasında açık bir bağlantı vardır. Her ne kadar 1539 tarihli Erdebil halısı ilk yıldızlı Uşak halılarından biraz daha sonra ise de bunların İran etkisi altında tasarlandığına şüphe yoktur. Bu etki belki barışçı yol’lardan olabilir. Fakat büyük ihtimalle İran’ın önemi halı merkezi Tebriz’i de içine alan, kısmının 1514 ve 1533’ten sonraki Osmanlı hâkimiyeti ile gelmiştir.

     Erdebil halısı ile yıldızlı Uşak halıları arasında gerek tarih gerekse motiflerin özellikleri bakımından açık bir bağlantı kurmak kolay değilse de yine Tebriz’de bulunan Gök Mescid ‘in çini süslemeleri daha yakın bir kaynak gibi görünmektedir. Burada Timur devrinden sonra Türkmen sülalesi hâkimiyeti olmuştur. Karakoyunlu Türkmenleri hükümdarı Muzaferiddin Cihanşah (1436- I467) Tebriz’de 870 (1465)’de yaptırdığı bu Gök Mescit’in çini süslemelerinde bir baklavanın dört ucundan çıkan palmetlerle tekrarlayan bir motif çiniden çok halıya uygun özelliğe sahiptir. Bunun ince detaylı dolguları da halı desenlerini andırır. Yıldızlı Uşakların böyle bir kaynaktan etkilenmiş olması daha akla yakın gelmektedir. Genel tablo olarak da yıldızlı Uşakları andırmaktadır. Karakoyunlu Türkmenlerinin Tebriz’de Gök Mescit çini desenleri 16. yüzyılda ortaya çıkan yıldızlı Uşak halıların örneklerinin geliştirilmesine kaynak olmuştur denilebilir. Türkmenlerin halı sanatıyla yakın ilgisi bilinmektedir. Diğer taraftan Yıldızlı Uşak halılarıyla aynı devirden kalan bir mimari süsleme arasında açık bir benzerlik olduğunu gösteren diğer bir örnek de vardır.

  

 Edirne, Selimiye camiinin yeni tamamlanan restorasyon çalışmalarında pencerelerin tavanı temizlenince sıvaların altından, devrinden kalma (1575) siyah renkte kalemisi desenler meydana çıkarılmıştır. Bunlar yıldızlı Uşak halılarının örnekleriyle yakın benzerlik gösteriyorlar. (Resim 36, 37) Karakoyunlu Türkmenlerinden başlayarak Türk Sanatı’nın çeşitli alanlarında geliştirilen bu motifler kullanıldıkları yere ve maddeye göre bu eserler üzerinde değişik uygulama şekilleriyle orijinal bir süsleme zenginliği yaratmışlardır.

 

Osmanlı Devri Halıları

Hayvan halılarının çeşitli yerlerde meydana çıkarılması ve bunların Avrupalı ressamların tablo ve fresklerindeki halı tasvirlerine dayanarak, XIV. yüzyıl başından XV. yüzyıl sonu’na kadar 200 yıl içinde tarihlendirilmesi ile değerlendirme yolunu ilk defa Kurt Erdmann açmıştır.

Bu devirde geometrik dolgulu bölümler gösteren halıların da yapılmakta olduğu, yine tablolardaki halı tasvirlerinden anlaşılmaktadır. Bunlarda zemin karelere bölünmüş ve her karenin içi geometrik motiflerle dolgulanmıştır. Bunlar daha sonra Holbein adı ile tanınan halıların ilk basamakları olarak kabul edilebilir. 1451 ve 1460 tarihli üç İtalyan resminde tasvir edilen bu tip halıların üçü de kufi bordürlü olup, Berlin’de Rafellino del Garbo’nun son harpte yanmış olan tablosunda (15. yüzyıl sonu) kufi bordur örgü motifi haline gelmiştir. Buna benzer kufi bordürle diğer bir halı Floransalı ressam Lorenzo di Credi ‘nin, Pistoia artarında (1478-1485) görülmektedir.

Hayvan figürlü halılar yanında, tablolarda görülen az sayıda geometrik motifi halılar, 15. yüzyıl ortalarında hayvan halılarının yerini almaya başlar ve yüzyıl sonunda hayvan halılarının hemen tamamen kaybolmasıyla geometrik motifli halılar hâkim olur. Bu halıların ilk örnekleri 14. yüzyıl başlarında Floransa ve Assisi ressamları tarafından tasvir edilmiştir. Assisi’ de 14. yüzyıl başında Giotto ekolü, bir freskte böyle geometrik örnekli bir halı görülür. Floransa’da S. M. Novella’da bir freskde ve Pratoda S. Spirito’ da diğer örnekler vardır. Fustatta bulunan halı parçaları arasında da benzer örnekler görülür.

15. yüzyıl ortasından başlayarak bu halılarda geometrik ve aslı anlaşılmayacak derece’de üsluplanarak geometrik şekle uydurulmuş bitki motifi kompozisyonlar hâkim olmaya başlar, ilk defa Piero deha Francesca’ nın Rimini de, San Francesco’da 1451 tarihli freskinden az sonra Mantegnanın, Verona San Zeno Kilisesi’nde 1459 tarihli Meryem ve Çocuk Isa tablosunda böyle halılar resmedilmiştir.

Riefstahl tarafından 30 Mayıs 1932’de Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bir parçası keşfolunan halı, sonraları Holbein’in adı ile tanı’nan halı tiplerinin öncüsü olarak kabul edilebilir. Buradan Konya, Mevlana Müzesi’ne getirilen halıda koyu mavi zemin büyük karelere bölünmüş, ortalarına etrafı bir sarı, bir mavi şeritle çevrilmiş kırmızı renkte baklavaya yakın iri sekizgen madalyonlar yerleştirilmiştir. Karelerin köşelerini kesen çeyrek baklavaların birleşmesinden meydana gelen köşe dolgusu halindeki parçalı baklavalar da kırmızı renktedir. Baklavayı andıran büyük sekizgenlerin ortasında sarı bir rozetten dört tarafa çıkan saplar üzerinde üsluplanmış birer lotus vardır. Geniş bordürde koyu mavi üzerine açık mavi olarak kufiden gelişen köşeli süslemeler meandrı andıran şekilde karşılıklı kare bölümler halinde sıralanmıştır. Dar bordürlerde kırmızı zemin üzerine mor renkli çiçek motifleri iki yandan şematik sarı yaprakçıklarla kavranıp bir aşağı bir yukarı dönük stilize motifler halinde sıralanmıştır. Zemin ve bordürler açık kahverengi üzerine sarı kırık ‘S‘ lerden ibaret bir şeritle sınırlanmıştır. Sonradan Holbein halıları adı altında toplanan halıların öncüsü olarak 15. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen parça halindeki halı, aslında 5 metreye varan uzunlukta büyük bir halıdan kalmıştır. 1969 yazında müzenin deposunda bulduğumuz diğer üç parça ile Riefstahl’ ın getirdiği dört büyük kareden ibaret zemin 10 kareye tamamlanarak dört parça halinde kanaviçe üzerine bir araya dikilmiştir.

Kaydırılmış eksenler üzerinde sıralanmış sekizgen, altıgen ve baklava örnekli halılar Fustat ‘ta bulunan parçalar arasında da ele geçirilmiştir. İsveç Müzelerinde bulunan bu parçalardan Göteborg Röhss Müzesi’nde bulunan parçanın geniş bordürü, Beyşehir halısının bordürünü aynen tekrarlamaktadır.

 

Küçük Örnekli I. Tip Holbein Halıları

15. yüzyıl ortasından başlayarak değişik eksenler üzerinde sıralanmış sekizgen ve baklava kompozisyonlu halılar, Avrupa resminde gittikçe artarak resmedilmiştir. Bu çeşit halılar yanlış olarak Alman ressam Hans Holbein adı’na bağlanmaktadır. Fakat bunlar daha Genç Holbein’ in doğumundan çok önce İtalyan ressamları tarafından resmedilmiştir. 15. yüzyıl’dan 16. yüzyıla, yani klasik devre geçişi hazır’layan bu halı grubu, dört tip içinde gelişmiş olup, Holbein bunlardan sadece iki tipi resmetmiş, bir tipini ise hiç resmetmemiştir. Birinci tip veya küçük örnekli Holbein halılarında zemin küçük karelere bölünmüş, ortası sekizgenle doldurulmuş kareler ve her karenin köşelerindeki çeyrek baklavaların birleşmesinden meydana gelen baklavalar, örneğin asıl semasıdır ve Beyşehir halısının geometrik kompozisyonunu küçük karelere bölünmüş halde tekrarlar.

Sekizgenlerin konturları düğümlü şeritlerden gelişmiş olup, ortalarında sekizli yıldız dolgusu ile küçük bir sekizgen vardır. Dört kollu palmetler den dolgular, ara’arında çok stilize şematik lotuslarla baklavaları meydana getirir. Böylece değişik eksenler üzerinde bir sıra baklava, bir sıra sekizgen ortaya çıkar. Ayrıca, örnekler dört taraftan yıldız dolgulu birer küçük sekizgen rozetle çevre’lenmiştir. (Çizim 23, 24) Bu tip halılarda zemin rengi mavi ve kırmızı olup, yeşil az görülür.

Berlin islam Sanatı Müzesi’nde bulunan 1.59 x 0.89 m. boyutlu orijinal bir halı, örgü motifi halini almış kufi bordur ile karakteristik bir örnektir. Düsseldorf’ daki koleksiyondan gelen bu halıyı, Erdmann, 15. yüzyıla koymaktadır. Diğerleri hep 16. yüzyıldandır. İstanbul T.İ.E.M.’ de biri kufi bordürlü olarak bu tipten iki parça halı vardır. Ortalama 200 yıl kadar devam eden bu çeşit halılar 16. yüzyıldan sonra azalarak, 17. yüzyıl’da kaybolmuştur. Hans Holbein’in 1532’de Londra’da yaptığı portrede böyle bir halı resmedilmiştir.

Londra National Gallery’de bilinmeyen bir ressamın eseri olan 1604 tarihli "The Somer’set House Conference" tablosunda uzun masanın üstünü örten bu tip bir halı son örnek’lerden olmakla beraber, kufi bordürü ile çok canlı resmedilmiştir.

Mc Mullan koleksiyonundan New York Metropolitan müzesine alınan halı kufiden bozma bordürlü, kırmızı zemin üzerine mavi baklavalar ve beyaz sekizgenlerle 17. yüzyıl sonundan çok nadir bir örnektir.

Holbein I halılarının çok nadir ve benzeri bilinmeyen diğer bir yıpranmış örneği son yıl’larda Londra Keir koleksiyonuna kazandırılmıştır. (1.62 x 1.28 m) Koyu mavi zemin üzerine beyaz ve açık mavi olarak zemin renkleri alternatif değişen sekizgenler karşılıklı olarak açılmış iki stilize lotustan meydana gelen baklavalar ve aralarında beyaz zemine sekiz uçlu yıldız rozetlerden ibaret motifler aralarında hiçbir bağlantı olmadan sıralanmıştır. Daha çok kilim etkisi bırakan bu halı 16. yüzyıl sonu ve 17. yüzyıl başına tarihlendirilebilir.

Piero della Francesca’ nın Rimini San Francesco Kilisesi’ndeki 1451 tarihli duvar resminde Rimini prensinin Aziz Burgundlu Sigusmund önünde üzerinde diz çöktüğü halı, bu tipin Avrupa tablolarında görülen ilk örneğidir.

Bundan önceki tarihte istanbul T.K.S. Hz. 2153 numaralı albümde Herat ekolünden bir minyatürde ( ca 1429 / 30 ) de kufi bordürlü böyle bir halı tasviri vardır.

Rimini San Francesco Kilisesi’nde 1451 tarihli duvar resminden sonra, diğer birçok italyan resminde bu küçük örnekli Holbein halıları resmedilmiş, İspanya ve Kuzey Avrupa resminde de 1550’lere kadar devam etmiştir. Mentegna’nin 1459’da Verona San Zeno Kili sesi altar resmi, Floransa San Minicato’ da Baldovinetti’ nin 1460 tarihli tepşir tablosu, Lorenzo Credi’ nin Pistoia Katedrali’ndeki 1480 tarihli resmi, Venedik Accademia da Carpaccio ‘nun 1495 tarihli Azize Ursula serisi ve 16. yüzyıl başında 1505’te Pinturicchio’nun Siena’ daki freskleri bu tip halıların tasvir edildiği diğer resimlerdir.

Bunlardan anlaşıldığına göre, bu halıların kufi ve örgülü kufi bordürlerinde kronolojik bir gelişme olmuştur. Hans Holbein’in Berlin Staatliche Museen’de bulunan "Tüccar Georg Gisze" tablosunda masayı örten halının örgü’lü kufi bordürü Rafaellino del Garbo’ nun Berlin Müzesi’nde son harpte yanan 15. yüzyıl sonunda "Meryem ve Çocuk İsa" tablosunda tahtın altına serilen halının örgülü kufi bordürü, bu gelişmenin karakteristik basamakları ve örnekleridir. (Levha 53) Prado müzesinde Van Orley’ in kutsal aile tablosundaki halıda da kufi bordur gelişmesinin bir örneği görülür. Bordürlerde olduğu gibi, zemin örneğinde renk ve desen bakımından ilgi çekici nüanslar, bu halıların başarısını ve zenginliğini artırmaktadır. Bu durumda küçük örnekli veya birinci tip Holbein halılarının Anadolu’daki Uşak bölgesi tezgâhlarından çok sayı da Batı Avrupa ülkelerine ihraç edildiği, çok tutulup sevildiği ve taklitlerinin yapıldığı açıkça belli olmaktadır.

16. yüzyıl başından diğer bir örnek TİEM’ de bulunan bir parça halı olup burada örgülü kufi bordur bir zencerek biçiminde gelişmiştir. Köşelerde çok başarılı olan kufi bordur rozetlerle zenginleştirilerek dekoratif bir ifade kazanmıştır.

Divriği Ulu Camii’nden gelen bu tip halıda ise örgülü sekizgenlerin ara dolgusunun rozetlerle sıralanması görülür.

TİEM’ de bulunan küçük boyda harap bir halıda zemin örgülü şeritlerle sekiz parçaya bölünmüş, her sırada zemin rengi değişen karelerin köşelerinde örgülü şeritten belirsiz birer baklava meydana gelmiştir. 1. tip Holbein’ lerin şematik benzeri olan bu halının örneği 15. yüzyıl Timur devri Herat Ekolü minyatürlerinde görülür. Halı daha sonraki tarihlerden kalmış olmalıdır. Zeminin eşit karelere bölünmesi 19. yüzyıl Tekke Türkmen halılarında devam eden bir kompozisyon olmuştur. Yalnız burada sekizgenler, karelerin kesişen köşelerinden meydana gelmiş baklavalar ise karelerin ortasına yerleştirilmiştir.

1533 tarihli ve Zürich Landesmuseum’ da bulunan bir İsviçre işlemesinde bu çeşit halıların karakteristik zemin örneği aslına yakın bir benzerlikle taklit edilmiştir. TİEM’ deki harap halı da buna yakın tarihlere konulabilir.

Divriği Ulu Camii’nden Vakıflar Halı Müzesi’ne gelen 1.60 x 2.40 m. büyüklükte kırmızı zeminli halıda Holbein I. tipindeki şemanın değişmesiyle baklavaların kaybolduğu, örgülü sekizgenlerin sadece rozetlerle alternatif sıralandığı bir örnek görülmektedir. Çok stilize bulut ve kıvrık dal motiflerinden bordürüyle bu halı 16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başına tarihlenebilir. Bordur Türkmen halılarına uyar.

Buna karşılık ayni müzeden yıpranmış küçük bir parçası kalmış olan geometrik örnekli diğer bir Anadolu halısında zemin küçük karelerle (belki her sırada dört kare olarak) ve tamamıyla geometrik motiflerle dolgulanmıştır. 18. yüzyıla uzanan geç devir özelliği taşır.

Geç devir karakteri gösteren diğer bir geometrik örnekli Batı Anadolu halısı bu müze’nin koleksiyonları arasında yer almıştır. 1.74 x 1.23 m büyüklükteki bu halı kırmızı zemin üzerine sekizgenlerle çok küçültülmüş sarı renk’te baklavalardan sade bir örnek göstermektedir. Bir karenin her kenarından ikişer uç çıkan şema ile sekizgenlerin rengi diyagonal olarak sarı, mavi, kırmızı ve koyu mavi olarak değişmektedir. Yıldız, çiçek ve rozetlerin sıralanmasını gösteren bordur herhangi bir özellik taşımıyor. 18. yüzyıl son yarısına tarihlendirilebilen bu Holbein tipi halı Türkmen halılarına kadar uzanan bir gelişmeye işaret eder.

 

belgesi-1644

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin