Ertesi sabah beni götürecek olan atlar koşulu araba ve askerler büyük meydanda bekliyordu. Bu sırada gardaki İngiliz subayları nedense ortadan kaybolmuşlardı.
Nihayet yola çıktık. Arabacımız iri yarı bir adam, korkunç bir görünüşü var. Başında kulaklarını da örten abanî bir sarık. Ufak tefek, fakat çok canlı ve hareketli atları ara sıra kırbaçlıyor. Yolcular, arabanın bulabildikleri yerlerine tutunmuş, başlarına gelebilecek her ihtimale ve kaderlerine, Doğu’nun bir atalar sözü gereğince, şimdiden razı olmuşlar.
Hava açıktı. Biraz sonra tarlaların arasında ilerliyorduk. Uzaktaki bir dağın eteğinde tatlı yeşil renkte bir çizgi göründü. Burası buluşma yerimiz olan köyün tarım alanıydı. Arabamız iki yanı kerpiç duvar olan dar bir yola saptı. Bu yol, ötesinde berisinde taze samanlar ve koyun sürüleri bulunan bir meydana ulaştı.
Biraz sonra da, köyün tek ahşap evinde hazırlanmış odaya Ali Fuat Paşa geldi. Maiyetinde Çerkez süvarileri vardı. Böylece ben ilk defa gerçek milliyetçi bir subayla, daha doğrusu, savaşla politik tartışmalara aynı derecede alışık diplomat bir subayla tanışacaktım.
Mütareke konferansı hakkında Paris’te ne konuşuluyor? Türkiye’ye ne gibi bir statü uygun görülüyor? Taksim, manda, kontrol veya condominium (*) mu? Cevaplarımı pek çabuk öğrenmek istiyor. Ama o, bu kadar yolu, bunları öğrenmek için gelmiş değildir, asıl amacı kendi derdini anlatmak.
Arkadaşlarından birkaçı yanına yaklaşmak istediler, ama o, bunları uzaklaştırdı. Kurmay subayı bitişik odada beklemekte. Ali Fuat Paşa devam ediyor: ”Fransız-İngiliz ortak kontrolüne hayır, Fransa’nın kontrolüne belki evet. İngiltere’nin bizimle nasıl oyun oynadığını görüyorsunuz?” Bu sözlerinden sonra içini döktü: İngiliz manevralarından, Hint ordusu subaylarının davranış ve tutumlarından uzun uzadıya yakındı. Hakaretlerini sayıp döktü ve bizim onlarla işbirliği yapmamıza kızdığını söyledi. Kendisi, İngilizlerin bir ülkeye nasıl sızdıklarını çok iyi görebilecek bir durumda: En iyi subaylarından birini, Eskişehir garındaki bir İngiliz albayı, atının kuyruğuna bağlayarak sekiz kilometre sürüklemiş.Yine komutanlarından biri, bir Hintli nöbetçinin sorusuna cevap vermediği için öldürülmüş. Paşa bunlara karşı misilleme yapacağını kesin bir tavırla söyledi: ”Biz bugüne kadar medenî bir savaş yaptık, ama karşımızdakiler bizi kendileri gibi harekete zorluyorlar.”
Doğu cephesinde Bolşevik yayılmasından, Almanların faaliyetlerinden söz etti. Kendisi Kafkas sınırından yeni gelmiş. Her ikimiz de kendi görüşümüzü muhafaza ederek, oldukça sert bir biçimde tartışıyorduk. Bununla birlikte aramızdaki soğukluk yavaş yavaş azalarak kayboldu. Bu ilahî atmosfer içinde, en güzel ve temiz yemeklerin bulunduğu bir sofrada asık suratla durmak mümkün mü? Yerdeki halının üzerine konmuş yemek sinisine dizilmiş tabakların etrafında, alaturka bir biçimde oturmak, resmiyeti ortadan kaldırmaya yetmişti. Bu mecburî dinlenme sırasında Paşa, biraz önce yaptığı heyecanlı savunmayı unuttu. Gülümseyerek, servisin basitliğinden dolayı özür diledi. Şehrin eşrafı yemekler getirmişlerdi: Kaz haşlaması, pilâv, bal, üzüm, yoğurt. Biraz sonra, nasıl olduğunu anlamadan, konuşmamız Paris’e, oradaki dostlara atladı. Ali Fuat Paşa’nın mavi gözlerinde bir yuva hasreti okundu. Paşa içini çekerek: ”Şimdi hayatımız çok zor, nankör ve tehlikeli, her zaman uyanık ve tetikte olmak, daima kendinizi savunmak…”
Sofradaki subaylar da onun sözlerini tasdik ediyorlardı. Paşa, ”İyi oturmuş medeniyetlerin güvencesi altında yaşayanlar için, sert davranışlarımızdan ötürü bizi suçlamak kolaydır” diyordu. Artık eski öfkesi kaybolmuş, başını hüzünle sallayarak, bağımsızlığın sevincini, düşmanı gafil avlamak için onun saklandığı yeri bulmanın çok zevkli bir şey olduğunu anlatıyordu. Evdekilerin hepsi de gülüyorlardı. Şehrin ileri gelenleri, güzel kokulu su dolu ibrikler getirdiler. Sıra kahve ve sigaralara geldi. Sade bir hayatın bazı sürprizleri, kasabadan gelen haberler, toprak kokusu ve inanılmayacak kadar hafif hava eve bir ahenk getirmiş ve hepimizi neşelendirmişti.
Vedalaşmalar çok samimî bir hava içinde yapıldı. Ali Fuat Paşa şimdi daha az İngiliz düşmanı, ‘yabancı’nın sözleri şimdi daha inandırıcı, Kurmay Heyeti ise, beklenmeyen bu yumuşamadan (detant) çok memnun, gülümsüyordu. Ali Fuat Paşa, subaylarının ortasında durmuş, uzaklaşmakta olan arabaya bakıyordu.
Milliyetçiliğin öncüsü, izlenimlerini Doğu’ya özgü, filozofça bir biçimde şöyle özetliyordu: ”Çoğu kez, inandırmaktan ümit kesildiği anda en büyük tesir yapılmış olur ve şiddetli tartışmalar sürekli izlenimler bırakır. İçtenlikle söylenen sözler hiçbir vakit boşa gitmez.”
Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2679