2. İnsaları Yönetmenin Sırrı

Bir insana istediğimiz bir şeyi yaptırmanın bir tek yolu vardır. O da o insanda bu şeyi yapması için istek uyandırmaktır. Bunun başka çaresi yoktur.
Birisinin göğsüne tabancayı dayayarak parasını ister­seniz, şüphesiz parasını çıkarıp verir. Veya işçinizi ko­vulmak tehdidi ile iş yapmaya mecbur edebilirsiniz; ama bu ancak arkanızı dönene kadar devam eder.
Bir işi yaptırmanın tek yolu ise istediğiniz işin size verilmesiyle mümkündür.
O halde sizin istediğiniz iş ne olabilir?
Yirminci yüzyılın ünlü ruhbilimcisi olan Viyanalı Sigmund Freud sizin ve benim yaptığım her işin iki şey­den oluştuğunu anlatır. Biri cinsiyet sevgisi, diğeri büyük olma isteği!
Amerika’nın tanınmış filozofu Profesör John Deweey de insanın en derin isteğinin kıymet ve ehemmiyet sahi­bi olmak isteği olduğunu söyler.
Sizin istediğiniz nedir? İstediğiniz şeyler çok değildir
ama bunların tatmin edilmesini istersiniz.
Her insan şunları ister:
1- Sağlıklı olmak re hayatını devam ettirmek
2- Uyumak
3- Beslenmek
4- Para kazanmak ve paranın elde edebileceği şeyle­re ulaşmak
5- Ölümden sonraki hayata ulaşmak   
6- Cinsi ihtiyaçlarını tatmin etmek
7- Çocuklarının iyi durumda olması,
8- Önemli bir insan olmak
Bütün bu istekler yerine getirilebilir ama bir tanesi çok nadiren yerine getirilebilir. Bu istek Freud’un "bü­yük olma ihtiyacı" Dewey’in "Kıymet ve ehemmiyet sa­hibi olmak" diye anlattıkları şeydir.
Lincoln mektuplarının birisine şu sözle başlar: "Her insan, iltifattan hoşlanır" çok doğru. Hepimiz samimî takdiri özleriz. Samimî bir dil ile övülmekten hoşlanırız. Fakat bunlarla nadiren karşılaşırız.
Halbuki istek, insanın içini kemiren açlıkların, susuz­lukların en şiddetlisidir.
Kalbin bu açlığını ve susuzluğunu tatmin etmeyi bi­len insanlar, başkalarını avuçlarının içinde tutarlar.
Önemli olmak arzusu insanları hayvanlardan ayıran başlıca özelliklerden bindir. Buna örnek olarak şu olayı anlatabiliriz. Ben bir köylü çocuğu olarak yetiştim. Ba­bam hayvan üreticiliği yapıyordu. Girdiği yarışmalarda madalyalar mükafatlar kazanırdı. Evimize misafir gel­dikçe, bu madalyaları misafirlere göstermekten zevk alırdı. Hayvanlar kazandıkları bu madalyalara aldırış et­miyorlardı ama bu madalyalara babam çok önem veri­yordu. Çünkü bunlar ona önemli bir insan olma hissini veriyordu.
Bu "önemli kişi olmak" ateşi atalarımızın içinde ol­masaydı bugünkü medeniyet olmazdı, insanlar hayvan­dan farksız olurdu.
Önemli bir insan olmak hissi, fakir bir bakkal çırağı­nı, evin bir kenarına atılanlar arasında bulunan hukuk ki­tabını okumaya sevketmişti. Bu bakkal çırağının adını duymuş olmalısınız. Lincoln.
‘ı’1 Charles Dickens’e ölümsüz eserleri yazdıran güç de aynı histi. İnsanları son moda elbiseyi giymeye, en yeni otomobili almaya, çocuklarından övünerek bahsetmeye sevkeden güç aynı his ve aynı istektir.
John D. Rochfeller, bu hissi, hiç görmediği ve göre­meyeceği milyonlarca fakir Çinliyi tedavi etmek için Pe-kin’de bir hastaneyi inşa ederek gösterdi. Dillinger, bu arzusunu bir haydut ve katil olarak ortaya koydu. Hatta polisler peşine düştükleri zaman Minnesota eyaletinde bir çiftliğe girerek: "Ben Dilinger’im" dedi. Bir numara­lı halk düşmanı olmakla adeta iftihar ediyordu. Onun için: Size dokunmayacağım, fakat ben Dillinger’im" de- Rochfeller ile Dillinger arasındaki tek fark, önemli kişi olma hislerini ifade tarzlarındadır.
Bu hissi tatmin etmek için mücadele eden ünlü kişi­ler, tarih sayfalarına ışık ve aydınlık saçarlar.
George Washington bile kendisine: "Haşmetli Birle­şik Devletler Cumhurbaşkanı" denilmesini isterdi. Kris-tof Kolomb "Okyanus generali ve Hindistan Genel Vali­si" unvanını istemişti. İmparatoriçe Büyük Katerina. "Hasmetpah Imparatoriçenin huzuruna" kelimelerini taşımayan mektupları açmazdı. Bayan Lincoln Beyazsa-ray’da oturduğu sırada, Bayan Grant’a bağırarak ”Ben müsaade etmeden, karşımda oturmaya nasıl cesaret edi­yorsunuz?" diye bağırmıştı. Amerika’da milyonerler Kuzey kutbundaki birtakım buz kütlelerine isimlerini verdirmek için Amiral Byrd’e yardım etmişlerdi. Shakespeare bile ailesine bir arma yaptırarak ününe ün katmak istemişti.
insanlar dikkat çekmek için hazan hastalanırlar ve bu suretle ehemmiyet kazanmak isterler. Bayan Mc. Kinley, Amerika Cumhurbaşkanı olan eşine önemli devlet işleri­ni anlatarak onu saatlerce yatağının başucunda tutuyor, koluna dayanarak uyuyordu ve bu suretle bu hissi tatmin ediyordu.
Mary Robert, önemli olmak amacıyla hastalanan bir genç kadının hikâyesini anlatmıştı:
"Bir gün bu genç ve güzel kadın kimseyle evleneme-mişti. Yalnız yaşayacağı seneler, gözünün önünden geçi­yor ve ümitsizliğe kapılıyordu. Nihayet hastalanarak ya­tağa düştü, ihtiyar annesi tam on yıl ona baktı. Bir gün annesi taşıdığı yükün ağırlığına dayanamayarak vefat etti. Hasta birkaç hafta sonra ayağa kalktı, giyindi ve ye­niden hayata döndü."
Amerikada tımarhanelerdeki akıl hastalarının sayısı, diğer bütün hastaların sayısından fazladır. Amerika’da üniversiteye giden onaltı kişiden birisi ömrünün bir kıs­mını tımarhanede geçirmektedir. 15 yaşından büyük olan ve Nevvyork’ta oturan her insanın ömrünün yedi se­nesini bir tımarhanede geçirme ihtimali yirmide birdir.
Deli olmanın sebebi nedir?

Bu kadar geniş bir soruya kimse cevap veremez. Frengi gibi hastalıkların beyin hücrelerini tahrip ederek akıl hastalığına sebep olduğunu biliyoruz. Akıl hastalık­larının yarısı alkol, toksin veya zedelenme gibi fiziki se­beplerden ileri geliyor.
Diğer yarısı ise organlarda ve akıl hücrelerinde hiç bir bozukluk olmayan insanların uğradıkları cinnettir. Bu insanların üzerinde yapılan bir araştırmada bunların sağ­lık açısından normal bir insandan hiç farklarının olmadı­ğı göze çarpmaktadır.
Acaba bu insanlar neden deli oluyorlar?
Bu soruyu yetkili bir kişiye sordum, kendisi bu insan­ların niçin delirdiklerini anlamadığını, hiç kimsenin bu konu hakkında kesin bir şey söyleyemeyeceğini, fakat deli olan insanlardan bir çoğunun gerçek hayatta gerçek­leştiremedikleri önemli olma hissini, delilik ile tatmin et­tiklerini söylemiş ve daha sonra şu hikayeyi anlatmıştı.
"Bir hastam vardı, evlilik hayatı facia ile sonuçlan­mıştı. Karısı sevgi istiyor, çocuk sahibi olmayı ve nüfuz sahibi olmayı istiyordu. Hayat, onun bütün ümitlerini al­tüst etmişti. Kocası onu sevmiyordu. Yemeklerini onunla yemiyor, sofranın başına geçiyor ve karısını kendisine hizmet etmeye mecbur ediyordu. Karısı çocuk doğurma­mış, önemli bir mevki sahibi olmamış, nihayet delirmiş ve kendi kafasında kocasını boşamıştı. Bu gün kendisini ingiliz aristokratı ile evlenmiş kabul ediyor ve Lady Smith olarak hitap edilmesinde ısrar ediyordu. Kendisi­ni her gece yeni bir çocuk doğurmuş kabul ediyor ve be­ni gördüğünde:
– Doktor dün gece bir çocuğum oldu, diyor.
Hayatın gerçekleri bu kadının bütün ümitlerini yok etmişti, fakat delilik alemi ona bütün isteklerini tatmin eden. ona umduğu bütün düşünceleri gerçekleştirme im­kanını vermişti.
Facia mı? Diyeceksiniz. Bilmiyorum. Fakat bu kadı­nı tedavi eden doktor diyor ki: "Bu kadını iyileştirmek elimde olsaydı, bundan çekinirdim. Çünkü bu haliyle da­ha mutlu."
Delilerin bir çoğu mutludur. Çünkü deliliğin zevkini sürüyorlar. Çünkü meselelerini halletmiş bulunuyorlar. İsterlerse size bir milyon dolarlık bir çek veya size dün­yanın en büyük adamına hitaben bir tavsiye mektubu ya­zarlar. Bunlar kendi yarattıkları alem içinde özledikleri ve kendilerine vermek istedikleri ehemmiyeti bulmuş­lardır. İnsanlar kendilerine vermek istedikleri ehemmi­yeti tatmin için akıllarını bile kaybederek ona ulaştıkla­rına göre biz başkalarına karşı samimi takdirlerimizi bil­direrek neleri başaracağımızı tahmin edebilirsiniz.
Bildiğimiz kadarıyla tarihte iki kişiye yılda bir mil­
yon dolar ödenmişti: Walter Chrysler ve Charles
Schwab.    ,,,
Acaba neden? Schwab çelik imalatında çok fazla şey mi biliyordu. Hayır Schwab çelik hakkında kendisinden çok daha fazla bilgiye sahip kimseler bulunduğunu an­lattı. Ama Schwab insanların ne özlediklerini biliyordu, insanların tanınma ihtiyacını… İnsanları överek bu hissi gideriyordu
Başarının sırrı nedir?    ""
Başarının sırrı Schwab’ın sözleri içinde gizlidir. Schvvab’ın sözlerine uyup onlarla hareket edersek hepi­mizin hayatı yeni bir safhaya girer.
Schwab diyor ki:
"En büyük özelliğim, insanlara heyecan verebilmek­tir. İnsanın en önemli özelliklerini takdir ve teşvik ede­rim.

Amirlerinin eleştirisi kadar insanların ihtiraslarını öl­düren bir şey yoktur. Ben kimseyi eleştirmedim. İnsana, çalışmak için hız verilmesine inanıyorum. Onun için başkalarını övmeye bayılırım. Başkalarında kusur bul­maktan çekinirim. Bir şeyi beğendiğim zaman takdirimi belirtmekten zevk alırım."
Schwab’m yaptığı bundan ibaret! Fakat insanlar ne yapıyorlar? Bunun tam zıddını değil mi? Bir şeyi beğen­meyince eleştirirler. Beğenirlerse seslerini çıkarmazlar.
Schwab diyor ki:
"Hayatla olan ilgim dolayısıyla dünyanın değişik yer­lerinde birçok insanla karşılaştım. Ve bunların birçoğu önemli mevkilerde bulunan insanlardı. Bu insanlar yük­sek mevkide olmalarına rağmen takdir edildikleri zaman daha gayretli bir şekilde iş yapmayan bir insana rastla­madım.
Carnegie, arkadaşlarını mezar taşı üzerinde de övmek istemiş ve mezar taşı için hazırladığı kitabede bile arka­daşlarını övmüştür.
Samimi takdir, Rochfeller’in hayatında kazandığı ba­şarının en önemli sırlarından birisidir. Onun ortakların­dan Edward Bedford, Amerika’da yaptığı bir satış yü­zünden şirkete bir milyon dolar kaybettirdiği zaman, onun bu hareketini eleştirebilirdi. Fakat Rockfeller, Bed-ford’un elinden geleni yaptığını biliyordu. Onun için eleştiride bulunmadı. Bilâkis onu övmek için bir sebep buldu. Ve onu sermayenin yüzde altmışını kurtarmayı ba­şardığından dolayı tebrik etti. "Bu başarı güzeldi, insan daima merdivende yukarı gitmez" demekle yetinmişti. Hepimiz çocuklarımızla, arkadaşlarımızla ve memur­larımızla birlikte bulunuyoruz. Ama onlara hiç övünme payı vermiyoruz.
Belki bazı okuyucularımız bu sözlerimiz karşısında "Bunlar boş sözler, sabun köpüğünden farksız şeyler, gösterişten başka bir şey değil" diyecekler.
Ama riyanın açık gözlü insanlara hiçbir zarar verme­yeceği bir gerçektir. Çünkü riya çok adi ve samimiyetsiz bir şeydir. Ve bu yüzden başarısızlığa mahkumdur. Fakat bazı insanların takdire karşı hissettikleri susuzluk ve aç­lık, onların herşeyi unutmalarına neden olacak derecede şiddetlidir, bunlar karınları acıkan insanlar gibi otu da, kurdu da yerler.
Emerson diyor ki:
"Hayatta tanıdığım herkes benden üstündür. Ve bu yüzden ondan bir şey öğrenebilirim."
Bu söz Emerson için doğru ise bizim için doğru ol­maz mı? İnsanların iyi taraflarını düşünelim, bunları be­ğenelim ve takdir edelim, hatta takdirimizi belirtelim. O zaman herkes sözlerimize değer verir ve yaşadıkça onla­rı tekrarlar, hattâ siz bu sözleri unutursanız bile onlar bu sözleri hatırlarlar.
belgesi-1130

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin