Her yapı mekan ve zamanı bükerek hareket eden, kendinde başlayıp
kendinde biten bir döngüdür. Başlangıçta, şantiyede ‘yapı taşları’
oraya buraya istiflenmiş bir haldedir. Bir düzensizlik var gibi
görünür, oysa çoktan inşa edilip kurulmuştur. Daha ilk baştan birazdan
ortaya çıkacak olan yapıyı, düzeni aşağı yukarı görebilirsiniz. Neyin
nereye geleceği, hangi elamanların yapıdaki kirişleri, kolonları
birbirine bağlayacağı hemen hemen bellidir. ‘Yapı taşları’ hep belli
bir tarzda hareket eder, diğer bir deyişle olasılık dışı davranma
olasılıkları azaltılmış, hatta nerdeyse hiç kalmamıştır. Bu durum,
‘yapı taşlarının’ tek bir tarzda harekete göre sınırlandırılması ve bu
anlamda tarif edilmesidir. Umberto Eco, Açık Yapıt adlı kitabında,
Enformasyonun İletilmesi başlığı altında "Böylece bir molekülün
belirli tarzda hareket edebilme olasılığını artırmış, ancak onu bir
kod’un boyunduruğu altına sokarak başlangıçtaki hareket olanaklarının
çokluğunu sınırlamış oluruz" der. Diğer bir deyişle ‘yapı taşları’na
bakarak bu ‘yapı taşları’nın az sonra nerde, nasıl kullanılacağını
yüzde yüz bir kesinlikle söyleyebiliriz. Bu, "tonal dizgedir".
"Tonal dizge" düzensizliğe ya da sürecin kesintiye uğramasına izin
vermez. Entropi azaltılmıştır. Dışarıdan gelebilecek düzensizlik ve
başkaldırı gibi "gürültüler" yapıyı tehdit edeceğinden; yineleme,
‘artık bilgi’ olarak yapının kalıcılığını sağlar. Yineleme
uzlaşımsaldır. Bir o kadar da sürekli yinelendiğinden gerçekliği
kalmamıştır. Diğer yandan ise herhangi bir aksaklık "tonal dizge"de
uzlaşmış/uzmanlaşmış ustalar, teknisyenler tarafından giderilecek ve
yapının kesintiye uğraması önlenecektir.
Yinelemenin ortasında iktidar durur bir merkez olarak: HAREKETSİZ
HAREKET ETTİRİCİ. Aristo böyle diyordu. Dolayısıyla yapı merkezin
etrafında döner. Başlar, sona erer, başlar, sona erer. Giriş, gelişme
ve sonuç şeklinde şematize edilir.
İktidar hep ordadır, ‘oralı olmayan’ şeylere ‘oralı olmadan’…
Sabittir; akmaz, kokmaz: Kimi zaman kamusal kimi zaman ise sözde
halkın ahlakı olarak boy gösterir. "Öyle ki Jules Janin, kamusal olana
bir tehdit olarak gördüğü için, Gerard’ın Ruhuna Yazıt diye bir makale
yazarak Nerval’i hayattayken diri diri gömer. Ruhuna fatiha
kabilinden. Toplumun boğazına takılmış kılçık böylece çıkarılmış
olur."
Yukarıya doğru diklemesine olması ise gelip geçiciliğe bir çeşit
meydan okumadır. Yapılan bir şey olduğundan yıkılabilecek bir şey
olduğunu gizlemek ister. Geri dönüşümsüz bir şekilde gelip geçen bir
süreç değil de geri dönüşümlü bir kainatta yaşıyormuşuz gibi yapar.
Zamana karşı… Babil Kulesi kompleksi!
"Öyledir bir yapıya baktığınızda, ne kadar muhteşem görünürse görünsün
sonuçta teknik bir şeydir yapı. Süreçte görev alan ‘yapı taşları’
belli bir kodla üst üste getirilmiştir, hepsi bu. ‘Yapı taşları’nın
başka türlü kullanılması hemen hemen imkansızdır. Yapı/beden geçici ve
uçucu bir şey olduğu için ağır, kalıcı bir şeye gereksinim duyar.
Diğer yandan yekpare bir bütün olarak görünen yapı monist olduğunu
savunur, ancak iki başlıdır. Yapısalcılık, yapının bedeninde bir başka
boyut oluşturmak üzere harekete geçerek ona ruh üfler, iktidarını
gizleyebileceği. Özellikle modern zamanlarda ‘yapıların ruhundan’
bahsedilmesi rastlantı değildir. Çünkü yapısalcılık bu ruhla
iktidarını gerçekleştirecektir. Üflediği ruh onu kalıcı yapar. Ruhun
ölümsüzlüğü… Yapının bedenine yerleşen iktidar bu ruhla iş görür ve
bu ruhtan hareketle gelip geçici, uçucu yapıyı ağırlaştırıp
merkezileştirir. İbn Haldun, Mukaddime’de, oluşturulan iktidar
boyutunun otokrasinin hizmetine verildiğini söyler ki o otokrasi de
zaten iktidarın bir biçimidir ve tarih içinde otokrasiden oligarşiye,
oradan despotizme ve en kabul edilebilir şekliyle de demokrasiye
(buyurganlıktan sözde katılımcılığa) çeşitli kılıklarda zaman ve
mekana yerleşmek ve orada kalıcı olabilmek için otoriter, dayatmacı,
baskıcı ve giderek faşist olacaktır. Bunu akılla örter. Aklın kılavuzu
ise mantıktır.
Yapı yalnızca bir yapı değildir oysa, yapıya yerleşmiş iktidardır.
Yapı yükselirken aslında iktidar yükselir. Böylece iktidar kurumsal
bir aygıt olur. Bu yüzden herhangi bir yapının bizi barındırması ya da
herhangi bir kurumun bize hizmet etmesi mümkün değildir. Adorno’nun
dediği gibi "barınak artık imkansızdır" ve "ev geçmişte kalmıştır. Bu
ifadelerden çalarak söylersek ‘şiir artık imkansızdır’ ve "şiir
geçmişte kalmıştır" demek mümkündür. Burada iktidara barınak olup ona
ve kurumlarına hizmet eden şiirdir."
Bu doğrultuda kurumsallaştırılıp bir disipline dönüştürülen her şey
gibi şiir de giderek iktidara barınak olup ona ve kurumlarına hizmet
eden bir kuruma dönüştü/dönüşüyor. Asıl açıklanması gereken buyken,
garip bir şekilde bu şiir yaşamı açıklamaya, anlamlandırmaya
çalışıyor.
Kaynak: denizsuyukasesi, ağustos 2007, sayı 27
belgesi-1605
Çeşitli kişilik testleri belli gruptan insanlar arasındaki benzerlikleri vurgular. Yine de, diğerleriyle olan tüm benzerliklerine…
Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım…
Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük…
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.…