anlatılan 23.12.1912 tarihli toplantıda Osmanlı oruntakları (delegeleri) kendi hükümetlerinin hiçbir önermesini bildirmemişlerdi, ancak şurada burada söylenilen sözlerden Osmanlı hükümetinin uysal olmayacağı öğrenildiği için yukarıda gördüğümüz sebepler dolayısıyla sabırsızlanan ve sinirlenen Rusya 24 ilkkânunda (aralık) bir kere daha Babıâli’ye başvurup ona gözdağı vermek ister ve böylece Balkanlıların dileklerine verilecek karşılığın uysal ve istenilen biçimde olmasını sağlayacağını umar.
Bu düşünce ile Sazonof Turhan Paşa’ya der ki (1):
Londra’daki Türk oruntakları (delegeleri) uysal değildirler. Edirne ve Makedonya’yı alıkoymak istiyorlar ve Makedonya’nın özgürlüğü üzerinde direniyorlar, bu olamaz ve bu gibi dilekler, işi ister istemez savaşın yenilenmesine götürür. Eğer savaş yeniden başlarsa Türkiye’nin durumu daha zor olur, çünkü Bulgarlar daha çok şeyler isterler; eğer Bulgarlar püskürtülecek olursa Rusya’nın durumu güçleşir ve o Bulgarlara yardım etmek zorunda kalır.
Size Enos-Midya (Enez Midye) verilecektir ve Arnavutluk, Lübnan gibi sultanın egemenliği altında özgür olacaktır. Özgürlük için Rusya direnmiştir; Avusturya ise oranın bağımsızlığını istiyor.
Görüldüğü gibi Rusya Balkanlıların, bir pazarlık düşüncesiyle olacak, istemiş oldukları Tekirdağ-Midya sınırını Enos-Midya olarak düzeltmekte, ancak Türkiye yeniden yenilirse durumunun daha kötü olacağını, yok yenerse Rusya’nın Bulgaristan’a yardım edeceğini bildirmekle Osmanlı hükümetini korkutmaya ve ümitsizliğe düşürmeye çalışmaktadır.
Babıâli bundan sonra dö Girs’in ilk başvurması üzerine Turhan Paşa’ya çekilmiş olan telin karşılığını alır (1). Bunda büyükelçi şunları demektedir:
Sazonof’u gördüm; o bana Bulgaristan’a yardım etmek sözünü söylemedi (2) -çünkü bizim saldırıya geçemeyeceğimiz inanındadır- o dostçasına ve dinginlikle dedi ki: eğer uysal olmazsanız savaş yeniden başlar ve İstanbul tehlikeye düşer, bu olunca Rusya da saknı (gerekli) ölçemleri (önlemleri) almak zorunda kalacaktır. Bunların ne olacağını sorunca dedi ki: ”Alimallah (Mon Dieu) imparatorluğumuzun kapısı olan Boğaziçi ve berkitmeleri ve belki de Asya’da ödünler, çünkü işin aslına gidilirse Rusya’nın önceden bir şey almaya (se prémunir) herkesten çok hakkı vardır ve bunu yapmak zorundadır” ve şunları ekledi: Biz size pek çok dostluk kanıtı verdik, fakat siz bizi anlamadınız. Bizi dinlemiş olsaydınız İtalya ile anlaşmış ve Makedonya için bir şey yapmış olurdunuz ve bugün kaybetmiş olduğunuz vilayetleri tehlikeye düşürmüş olmazdınız. Bulgaristan hiçbir vakit 2-3 haftadan çok dayanamayacak olan Edirne’den vazgeçmez. Yanya’ya gelince mademki Arnavutluk özgür olacaktır, onun üzerinde direnmekte ne gibi asınız (çıkarınız) olabilir. Bundan başka Edirne’den vazgeçme öğüdü size bütün büyük devletlerce verildi.
Sazonof’un bu sözleri bir iki yıldır Osmanlı’ya karşı kullandığı ikiyüzlü dilin yeni bir örneği olduğundan bunu geçiyoruz.
Sazonof’un 24 ilkkânunda (aralıkta) Turhan Paşa’ya ikinci başvurmasını yaptığı gün, Jorj Lui bu işi Puankare’ye bildirmiş ve Girs’e de İstanbul’da buna benzer bir yolda konuşması için yönerge (talimat) verildiğini eklemişti (1).
Bunu öğrenince Punkare yeniden kızar ve Jorj Lui’ye şunları teller (2):
Sazonof’u çabuk görüp Rusya’nın önceden bizimle anlaşmadan takındığı yeni durumunun bütün ağırlığını anlatın. Onun bu girişiti (girişimi) Avrupa barışı için en tehlikeli bir biçimde Küçük Asya sorununu birdenbire ortaya çıkarabilir. Edirne’nin Bulgaristan’da ve Balkanlar’ın Balkan uluslarında kalması için yeni bir Avrupa aracılığı önermesinde (önerisinde) bulunmaya anıkım (hazırım).
Sazonof buna şu yolda karşılık verir (3):
Ben Türklere dedim ki eğer barışı olanaksız kılarlarsa bizim yansızlığımız artık inancalanamaz -Bunun bir tehdit olduğu açıktır. Amma elbette Fransız hükümetiyle anlaşmadan sözden işe geçmeyiz. Küçük Asya sorununu ortaya atmak istemiyoruz. Bir Avrupa aracılığı önermesi bu arada asılı (yararlı) olmaz. Büyük devletler İstanbul’da zaten işbirliği yapmaktadırlar.
İstanbul’da gizli Osmanlı-Bulgar görüşmeleri
Osmanlı-Balkanlılar görüşmelerine dönelim. S. J. Konferansı’nın 5’inci (23.12.1912) ve 6’ncı (28.12.1912) toplantıları arasında çok gizli tutulan bazı Osmanlı-Bulgar görüşmeleri olur. Bunlar İstanbul’a gelen Bulgaristan’ın eski Maliye Bakanı Kalçef ve bir iki Bulgar generali (belki Savof) ile yapılır.
Bunların İstanbul’a gelişi üzerinde bazı yabancı elçiliklerin yazılarında izler vardır.
Lovter’in bir telinde Kâmil Paşa Kalçef’i kabule onaştı (yanaştı) denilmektedir (1) Sofya’daki İngiliz Elçisi Baks-Ayronsayd ise bu işin Balkanlıların arasını bozmak için bir Osmanlı dolanı olduğunu, Geşof’un Kalçef’in bir ödevle İstanbul’a yollanıldığını ne kendisinin ne de kralın bilmediğini söylemiş olduğunu, onunla dünürlüğü olan Başkomutan vekili Savof’un onu Çatalca’dan geçirmiş olabileceğini ve Kalçef’in hiçbir ödevle yollanılmadığı yolunda basında resmi bir bildiri çıktığını yazmaktadır (2).
Vangenhaym ise Kâmil Paşa ile 27 ilkkânunda (aralıkta) yapmış olduğu bir görüşmeyi anlatırken (3): Kâmil Paşa’nın Bulgaristan’la gizli görüşmeler olduğunu kendisine söylediğini, ancak bunlar üzerinde ayrıntı vermediğini, Savof’un daha evvelki gece Çatalca’ya geri döndüğünü, Filibeli banker ve Ferdinand’la Danef’in inalı Kalçef’in henüz İstanbul’da bulunduğunu ve Kâmil Paşa’nın Bulgaristan’ın Rus başatından (baskısından) kurtulmak istediğini kendisine söylediğini yazmaktadır.
İşbu Osmanlı-Bulgar görüşmelerinin yankıları Hariciye’den Londra’daki Osmanlı oruntaklarına (delegelerine) verilen yönergelerde (talimatlar) de görülür. S. J. konferansının yukarda dediğimiz gibi 28.12.1912’de yapılacak olan 6’ncı toplantısı için 25 ilkkânunda (aralık) Londra’daki oruntaklara (delegelerine) tel ile gönderilen yönergenin başında: ”öbür yandan, Bulgarlarla yapmakta olduğumuz görüşmeleri yakında kolaylaştırabilecek olan bazı ölçemler (önlemler) aldığımızdan…” denilmektedir. Bundan sonra sözü geçen toplantıyı anlatırken yazacağımız önermeler (öneriler) bildirilmekte ve genel olarak bu toplantıda belirsiz konuşulmasının gerekeceği söylenilmektedir. Telin sonunda kurganlarımıza yiyecek yollama işinin karşıdaki düşmanla görüşüleceği de eklenilmektedir.
Bu telin arkasından 26 ve 27 ilkkânunda (aralık) Londra’daki oruntaklara iki tel daha gönderilir. Birincisinde şunlar vardır:
Kral Ferdinand’ın özel bir ödevle sadrazama yolladığı eski Maliye Bakanı Kalçef’e göre Bulgar hükümeti, kendi kamuoyu bunu istediği için Makedonya’nın özgür bir vilayet olmasına eygin (yatkın) imiş. Barış için asıl güçlük Bulgarların çok istedikleri Edirne imiş; belki, orası berkitilmiş durumdan çıkarılırsa bize bırakılabilirmiş; adalar işinde Bulgaristan bazı şartlar altında bize eygin (yatkın) imiş. Kalçef’in söylediklerini böylece topladıktan sonra Noradungiyan Efendi bunlara göre yeni Türk önermesinin (önerisinin) Londra konferansında çok güçlükle karşılaşmayacağını umduğunu söylemekte ve sonda Bulgarların Edirne’den vazgeçmeleri gerektiğinin Kalçef’e iyice anlatıldığı bildirilmektedir.
Bu telden anlaşılabilen şudur: Bulgarlar Makedonya’yı paylaşmaktansa onu bir bütün olarak özgür kılmayı (bu cildin başka yerlerinde bunu birkaç kere gördük) daha uygun bulmaktadırlar, çünkü orası paylaşılırsa Sırp’a ve Yunan’a gidecek kısımlar Bulgar için elden çıkmış sayılabilir; halbuki orası bir bütün olarak kalırsa Bulgarların söylediklerine göre orada çoğunluk Bulgar olduğu için günün birinde toptan Selanik, Manastır ve Üsküp’üyle birlikte Bulgar’a geçebilir; Bulgarlar Edirne’yi istemekte ve ona karşı Adalar işinde Osmanlı dileklerine yardım edebileceklerini anlatmaktadırlar; Noradungiyan Efendi’nin telinden ve sonraki olaylardan öyle anlaşılıyor ki Kalçef, Edirne’nin bazı şartlarla Osmanlı’da kalabileceğini ya kendisinin veya küçük bir takımın adına söylemiştir.
Noradungiyan Efendi’nin yukarda sözü geçen 27 İlkkanun (Aralık) tarihli telinde, her ne olursa olsun, Edirne’den vazgeçilmeyeceği ve orası düşse de barış yapılmayacağı ve gerekirse büyükelçiler konferansına başvurulabileceği bildirilmektedir.
1912 yılının son haftasında yapılmış olan bu gizli Osmanlı-Bulgar görüşmeleri ve bunların sonuçları üzerinde başka bir belge ve bilgi bulamadım; olaylar, bu görüşmelerden önemli bir sonuç çıkmadığını göstermiştir. Bu iş üzerinde bundan sonra andaç (anı) yazabilecek kimse kalmamış olsa gerektir ve bu yolda yeni bilgi belki Bulgar Hazinei Evrakı’nda çıkabilir. Bu belge eksikliği dolayısıyla, özel bir andıcımı (anımı) buraya koymayı uygun buldum: o sırada Paris’te okumakta idim ve Kâmil Paşa’nın oğlu Sait Paşa Paris’le İstanbul arasında gidip gelmekte idi, onun o vakit bana söylediğine göre Savof ve birkaç Bulgar ileri geleninin ayrıca Türklerle bir anlaşmaya varılabilip varılamayacağını incelemek için İstanbul’a gelmişler; görüşmelerde Edirne vilayetinin (o vakit bu vilayet Mesta Karasu’ya kadar uzanırdı) bizde kalmasına karşılık Selanik’le birlikte bütün Makedonya’nın antlaşma ile Bulgaristan’a bırakılması bu gelenlere önerilmiş; Savof ve Fiçel buna çok eygin (yatkın) olmuş, ancak kral ve hükümet, Edirne üzerinde direnmişler ve bir anlaşmaya varılamamıştır.
İşbu denemeyi Bulgarların hem Manastır ve Üsküp’e kadar hemen bütün Makedonya’yı, hem de Enos-Midya çizginine kadar hemen bütün Trakya’yı almak için gösterdikleri açgözlülük dolayısıyla kâh kendi bağlaşıklarına karşı Osmanlı ile kâh da Osmanlı’ya karşı kendi bağlaşıklarıyla işbirliği yapmak istemelerinin bir sonucu saymalıdır. Yukarda gördüğümüz, birbirine baştan başa karşı olan, Danef ve Macarof’un demeçleri bu yoldaki düşüncelerin başka bir gösterisidir.
Osmanlı barış şartlarının bildirilmesinden önceki demeç ve başvurmalar
S. J. konferansında Osmanlı önermelerinin (önerilerinin) açıklanacakları 28/12/1912 tarihli toplantının öngününde bir yandan Osmanlı hükümeti Edirne’yi vermemekteki kararının kesin olduğunu göstermek için bazı demeçte bulunur, öbür yandan da bazı büyük devletler onu yumuşatmaya uğraşırlar. Kâmil Paşa ile görüşen Vangenhayım, hükümetine şunları bildirir: (1)
Birkaç gün önce dö Girs’in eğer Türkiye savaşı sürdürürse Rusya’nın yansız kalmayacağını Noradongiyan’a bildirdiğini Kâmil Paşa söyledi; o, bu tehdidi ciddiye almıyor ve bir Rus ültimatomuna vereceğim karşılığı bilirim diyor; ona göre Türkiye Edirne’den hiçbir zaman vazgeçemez, ancak orayı berkitilmemiş bir duruma koymaya onaşabilir (yanaşabilir), bu da elde edilemezse Türkiye savaşı sürdürecektir. Bundan sonra Vangenhaym Üçlü Anlaşma büyükelçileri arasında eğer Türkiye Edirne’den vazgeçmezse bir donanma gösterişini de kapsayan bir baskı yapılacağı sözü dolaşmaktadır, der. (Kalçef görüşmeleri Vangenhaym’ın bu telinde bulunmakta idi; bu kısmı daha yukarda gördük.)
Yine işbu 27 İlkkanunda (Aralıkta) Noradungiyan Efendi, Hüseyin Hilmi Paşa’ya çektiği bir telde Pallaviçi’nin, İtalya büyükelçisi bir yana bütün öbür büyükelçiler gibi Edirne üzerinde çok durmamamız öğüdünü verdiğini, Rusya’nın ise gözdağı vermeye uğraştığını, böyle bir durumda işi büyükelçiler konferansına götürsek dilevimizi (dileğimizi) kazanmakta güçlük çekeceğimizi bildirmekte ve Berştold’la görüşüp onu kazanmaya çalışmasını istemektedir.
28 İlkkanunda (Aralıkta), yani S. J. konferansı 6.ncı toplantısını yapacağı gün, Noradungiyan Efendi Osmanlı elçilerine yolladığı bir genelgede der ki:
Edirne’den vazgeçmeye anık (hazır) olduğumuz sözü dolaştırılıyor; bu yanlıştır; bu sorun üzerinde barış görüşmelerini kesmeyi bile göze alıyoruz (1).
Puankare ise Osmanlı hükümetini uysal kılmak için öğütler vermektedir, Rifat Paşa’ya der ki: (2)
Bağlaşıklarca kabul edilemeyecek önermelerde (önerilerde) bulunup görüşmelerin kesilmesine yol açmayın. Marmara kıyıları ve Arnavutluk (!) (3) sizde kalıyor; Rifat Paşa’ya göre Puankare, adalar işinde de baştan başa ümit kırıcıdır ve yalnız Çanakkale’ye yakın adaların berkitilmeyeceğini söylemiştir (yani bütün adalar Yunan’a verilecek demiştir); Puankare, Avrupa ülkelerinizin bir kısmını elden çıkarmaya onaşın (yanaşın) ve Asya ülkelerinizde yeğleme yaparak onları geliştirmeye çalışın, öğüdünü verir.
Bu sözler Puankare’den beklenen sözlerdi; ancak şaşılacak şey Rifat Paşa’nın kendi düşünceleridir, o telinin sonunda der ki:
”Bu sözlerde çok haksızlık varsa da doğruluk da vardır. Bu öğüdü dinlemeye ve yürütmeye yüreğimiz olacak mıdır? Asya’daki imparatorluğumuzun kurtulması için bunu yapacağımızı umarım. Size karşı söz söyleyecekler bulunacaktır; onlara şu denebilir: Bir ülkeyi bu kadar kötü bir biçimde koruduktan sonra bunu yapanların, ülkenin kalan kısmını kurtarmak isteyenlere engel olmaya hakları yoktur.
”Ana tehlike Rusya’dadır, bağlaşıklarda değil.”
O sırada ”hükümet uysal olup Edirne’yi verecektir” propagandası dolaşmakta ve bu en çok iki yerden gelmektedir: İttihat ve Terakki ve ordu çevenlerinden (çevrelerinden) Rifat Paşa’nın bu sözlerini kimin için söylediği iyice anlaşılamıyorsa da ”korumak” sözünü kullanmakla orduyu düşündüğü akla daha yakın gelmektedir.
Osmanlı hükümetinin barış şartları ve onların yankıları
28 İlkkanunda (aralıkta) S. J. konferansının 6’ncı toplantısı olur ve Osmanlı oruntakları (delegeleri) hükümetlerinin karşı önermesini (önerilerini) bildirirler, ana çizgileri aşağıdadır:
1) Edirne vilayeti şimdiye kadar olduğu gibi doğrudan doğruya Osmanlı yönetiminde kalacaktır.
2) Makedonya da, padişahın hükümranlığı altında özgür bir yönetim olacaktır; bu ülkenin başında, Selanik’te oturan bir prens bulunacaktır; onun Protestan dininden olması yeğlidir. Bu prensi bağlaşıklar yansız devletler prensleri arasından seçecekler ve onu padişah atayacaktır.
3) Arnavutluk padişahın egemenliği altında özgür bir vilayet olacaktır; bir genel kurulu olacaktır; onun idaresi beş yıl içinde bir Osmanlı şehzadesine verilecektir, bu süre bittikten sonra onun bu işyarlığı (görevi) yenilenebilir.
4) Girit büyük devletlere inamlanmış (geçici verilmiş) bulunduğundan onunla ilgili bütün sorunlar ancak büyük devletlerle Osmanlı devleti arasında çözülenebilir.
5) Ege adaları Anadolu’nun ayrılmaz bir parçası olduğundan başkasına verilemez.
Balkanlılar bu önermenin kabul edilemeyeceğini söylerler ve Danef bunun Osmanlı hükümetinin son sözü olup olmadığını sorar.
Osmanlılar, savaştan önce Balkanlıların yalnız yeğleme (öncelikle) istemiş olduklarını, büyük devletlerin de toprak değişikliği olmayacağını söylediklerini ileri sürerler. Buna karşılık olarak Macarof Balkanlıların, istedikleri yerleri ele geçirmiş bulunduklarını ve hiçbir savaştan sonra, ona başlamadan önce ileri sürülmüş olan dileklerle kalınmadığını söyler. Sırp oruntağı (delegesi) Novakoviç, Makedonya sözünün pek açık olmadığını ve sınırlarının belirtilmediğini söyler ve Osmanlı oruntakları (delegeleri) bunu soracaklarını bildirirler.
Osmanlı oruntakları (delegeleri), bu önermenin (önerinin) neresinin beğenilmediğini sorarlarsa da Balkanlılar ayrıca aytışmaya (tartışmaya) girmek istemezler. Sonda o gün başkanlık eden Reşit Paşa görüşmelerin özetini toplayarak şuna varır:
Balkanlıların önermesine (önerisine) Osmanlı oruntakları (delegeleri) bir karşı önerme ile karşılık verdiler, bunun üzerinde konuşan Balkanlı oruntaklar (delegeler) bunu yeter bulmadılar. Osmanlı oruntakları (delegeleri) bunu hükümetlerine bildirecekler ve gelecek toplantıda onun karşılığını bildireceklerdir.
Bu toplantıda yapılmış olan Osmanlı önermesi (önerisi), Kalçef görüşmeleri üzerine düşünülmüş olan biçimdir; buna Londra’da kimsenin yanaşmaması Bulgar hükümetinin yukarıda da gördüğümüz gibi bu yola girmeye karar verememiş olduğunu gösterir.
Bu toplantıdan sonra az çok da Babıâli’nin gerekirse Edirne için yeniden savaşa girişeceğini bildiren genelgesine karşılık olarak yeniden büyük devletlerden uysallık öğütleri gelmeye başlar.
28.12.1912’de İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nikolson, Tevfik Paşa’ya şunları söyler (1):
Barış görüşmelerinin kesilmesinden çekinmelisiniz, mali sıkıntınız var, ordunuz devleti kurtaracak durumda değildir, savaş yeniden başlarsa Doğu Anadolu’da ve Suriye’de çıkabilecek olaylar Asya’da da varlığınızı tehlikeye düşürebilir; bu yüzden İstanbul’daki büyükelçiler Babıâli’ye başvuracaklardır.
Berlin’de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı oradaki Osmanlı işgüderine (2) Edirne için doğrudan doğruya Bulgar’la anlaşılması öğüdünü verir ve Danef’in, Sırp ve Yunanlılarla arasının iyi olmadığını söyler.
S. J. konferansının 7’nci toplantısı 30 İlkkanun’da (aralıkta) olur; burada yapılan Osmanlı önermesi (önerisi) şu temele dayanmaktadır:
Balkanlıların istedikleri arasında birtakımı vardır ki aramızda doğrudan doğruya görüşülüp birbirimize ödünler vererek çözülenebilir; birtakımı da vardır ki -Arnavutluk’un sınırları ve siyasal durumu, Yeni-Pazar sancağı sorunu Girit’in ne olacağı gibi- büyük devletlerce onanması gerekir. Bütün Avrupa bir an önce barışın olmasını beklediği için Edirne vilayeti her ne olursa olsun, kesin olarak gerekirse Bulgaristan’la aramızda yapılacak bazı sınır düzeltmeleriyle, Osmanlı’da kalmak şartıyla bizden istenilen bütün yerlerin sınır ve siyasal durumlarını saptama işini büyük devletlere bırakıyoruz. Bu sorunların büyük devletlerce incelenmesi sırasında biz de burada antlaşmanın öbür noktalarını görüşebiliriz.
Osmanlı oruntakları (delegeleri) bu yolda şifre ile aldıkları yönergenin iyice açılamadığını söylemiş ve bu yüzden onu yazı ile vermemişlerdi. Bunu eksiklerini bütünleyip, yazı ile verebilmeleri için toplantı 1 Sonkanun (aralık) 1913’e bırakılır.
Reşit Paşa bu toplantıda olup bitenleri hükümete bildirirken (1) Balkanlıların yeni önermeyi (öneriyi) belirsiz bulduklarını, hemen her şeyin büyük devletlere bırakılması ile konferansın gereksiz kılındığını söylediklerini (bunu bir Karadağ oruntağı (delegesi) söylemişti) yazar ve kendi düşüncesi olarak Danef, Edirne işinin de büyük devletlere bırakılmasını imlemekle işbu devletlere ne aşama güvenilebileceğini göstermiş olduğunu ekler.
Bu toplantının Bulgarlarla Yunanlılarda birbirine karşı şüpheler uyandırdığını ve Yunanlıların acaba Bulgarlar mı gizlice böyle bir baş başa konuşma düşüncesini (Edirne vilayetinde sınır düzeltmeleri yapılması için) Türklere fısıldadılar kuşkusuna düştüklerini, Puankare yazar (2). Böyle bir kuşkunun doğmasına Danef’in Türk oruntaklarıyla (delegeleriyle) sık sık görüşürken bağlaşık oruntaklarla (delegelerle) toplantılar dışında hiç görüşmemek gibi bir tavır takınmasının da yardım ettiğini ekler.
Babıâli bu toplantı için yapılacak önermeyi oruntaklarına (öneriyi delegelerine) yolladığı gibi bunu bir genelge ile elçilerine de bildirmiş ve bunları, yanında bulundukları hükümetlere bildirip, onların siyasal yardımlarını sağlamalarını istemişti.
Buna gelen karşılıklar hep yürek kırıcıdır.
Berlin, resmi karşılığın ancak Avusturya ve İtalya ile görüşüldükten sonra verilebileceğini, ancak özel olarak Balkanlılarla anlaşma öğüdü verildiğini, hiçbir büyük devletin bugünkü buhranı çözüleme işini ele almak istemediğini, ortada birbirine karşı çok ası (çıkar) bulunduğu ve genel bir savaştan korkulduğu için kimsenin böyle bir işe girişmek istemediği bildirilir (1).
Roma Büyükelçisi Nabi Bey, Bulgar Bakanlar Kurulu’nun savaşa yeniden başlamaya karar verdiğini ve Kral Ferdinand’ın Çatalca’ya gideceğini öğrendiğini bildirir (2).
Yine bugün (31.12.1912) Rifat Paşa Puankare’nin karşılığını teller; o, demiş ki: Bütün büyük devletler size Edirne’den vazgeçme öğüdünü vermekle birlikte – Fransız hükümeti ancak onlarla birlikte iş görmek ister ve görebilir. İstanbul’da yanlış olarak sanıyorlar ki yalnız üçlü anlaşma Bulgaristan’ı tutuyor; bugün de Paris’teki Avusturya büyükelçisi, bu iş için İstanbul’da öğütler verilmesi yolunda başvurdu, halbuki başta, Rusya Edirne’nin size bırakılmasını göze almakta idi. Puankare adalar üzerinde bir şey söylemez; Türkiye’nin anlaşamamazlıkların çözülenmesi işini büyük devletlere bırakma tasarının kabulü için bütün savaşçı devletlerin bunu istemeleri gerekir, der.
Turhan Paşa’nın karşılığı 2.1.1913 tarihlidir:
Sazonof’un bu yolda hiçbir şeye yanaşmak istemediğini ve şunları dediğini bildirmektedir:
Bütün Avrupa, Edirne’nin sizde kalamayacağı düşüncesindedir, şimdi Almanya da Bulgar’a kur yapıyor. Sizin haberiniz olmadan Rusya, Türkiye için çok şeyler yaptı, ancak Balkanlıların asılarına (çıkarlarına) karşı bir durum alamaz; para durumunuz dolayısıyla orduyu uzun zaman Çatalca’da tutamazsınız ve Edirne’nin düşmesi de hafta işidir; siz onu geri almak isterseniz bu silahla olabilir ve bilmem savaşın sonsuz uzamasına göz yummak Avrupa’nın ne kadar işine gelir. Girit zaten Yunan’ındır, öbür adalar da öyle olmalıdır.
Böyle Osmanlı için ümit kırıcı bir hava içinde S. J. konferansı 1.1.1913 tarihli 8’inci toplantısını yapar.
Osmanlı oruntakları (delegeleri) yukarıda ana çizgilerini gördüğümüz önermeyi (öneriyi) yazı ile yaparlar; bunda:
1) Özgür yönetimi bulunacak olan Arnavutluk’un siyasal örgesinin (bütünlüğünün) ve sınırlarının saptanması büyük devletlere bırakılarak Edirne vilayetinin (Mesta Karasu’nun) batısında bulunup Balkanlıların eline geçmiş olan yerlerden vazgeçilecektir.
2) Eğer gerektiği iki hükümetçe anlaşılırsa bir sınır düzeltmesi yapılması, Osmanlı ve Bulgar hükümetlerince kararlaştırılmak üzere, Edirne vilayeti (Mesta Karasu’ya kadardır) eskiden beri olduğu gibi Osmanlı hükümetinde kalacaktır.
3) Osmanlı hükümeti Ege adalarının hiçbirini bırakamaz, ancak gerekirse bu adalarla ilgili sorunlar büyük devletlerle birlikte incelenebilecektir.
4) Osmanlı hükümeti büyük devletlerin Girit üzerinde hep birlikte kararlaştıracakları bir çözülemeyi (çözümlemeyi) kabul etmeye eygindir (yatkındır).
5) Yukarıdaki dört madde birbirinden ayrılamaz bir bütündür.
Buna bağlaşıklar şu yolda karşılık verirler:
1) Bağlaşıklar Edirne vilayetinin batısındaki toprakların bırakılmasını senet sayarlar, şu kesin şartla ki bu bırakış bağlaşıkların eline düşmüş olan yerler gibi henüz onların eline düşmemiş yerleri de kapsasın (Yanya, Şkodra gibi).
Arnavutluk’un sınır ve siyasal durumu işine gelince bağlaşıklar daha önceki önermeleri (önerileri) üzerinde durmaktadırlar.
2) Edirne üzerindeki Osmanlı karşılığı kabul olunamaz:
Bu, biçim bakımından kabul edilemez, çünkü ayrıca anlaşmalar yapmak amacını güdüyor.
Bu, temel bakımından kabul edilemez, çünkü istenilen toprakları bırakmıyor.
3) Ege adaları ve Girit üzerindeki Osmanlı önermeleri (önerileri) de kabul edilemez. Bağlaşıklar önceki dileklerinde direnirler.
Bir sürü aytışmalardan (tartışmalardan) sonra 3.1.1913’te toplanılmak üzere dağılınır, birinci maddede Balkanlıların istedikleri değişiklik yapılır yani Mesta Karasu’nun batısında bulunan bütün yerlerin bırakılacağı söylenilir.
2 Sonkanun’da (ocakta) Reşit Paşa, Danef’le görüşür ve konuştuklarını o gün Babıâli’ye teller, özeti aşağıdadır:
Danef Edirne üzerinde direnmektedir, dedi ki: Yarınki toplantıda sınır tasarınızı bildireceksiniz, eğer Edirne’yi bırakmıyorsanız görüşmeler kesilecektir; eğer bütün Edirne vilayeti üzerinde direnirseniz bana kesintiyi kolaylaştırmış olursunuz, eğer bazı yerleri bırakırsanız, bu kesinti dolayısıyla beni suçlu göstermek sizin için daha kolay olur: ama ne olursa olsun Edirne’siz kesinti olacaktır. Bir de büyük devletlerin aracılığını isteyerek Edirne işini onlara bırakmayı düşünmeniz olasılığı vardır; bizde büyük devletleri pek dinleme eyginliği (yatkınlığı) yoktur; ancak altısı hep birden bir şey derlerse onlara uymak gerekir. Eğer böyle yapacaksanız görüşmeleri keselim ve büyük devletlerin diyeceklerini bekleyelim.
Büyükelçiler Konferansı’nın adalar işi üzerindeki kararı (1):
2 Sonkanun’da (ocakta) büyükelçiler konferansı 4’üncü toplantısını yapar, görüşülen başlıca konu adalar sorunu olur. Daha önce Rusya’nın Boğazlara yakın 4 adanın (Lemnos, İmbros, Samotras ve Tenedos) Osmanlı’da kalmasını istediğini görmüştük; Rusya’nın bu durumu Yunanistan’ı gücendirmişti; bu toplantıda Rus Büyükelçisi Benkendorf durumunu değiştirir ve şu dört şartla bu adaların da Yunanistan’a katılmasına bir diyeceği olmayacağını bildirir:
1) ve 2) İşbu adalarda bulunan her türlü berkitmenin (silahlanmanın) yok edilmesi ve yenisinin yapılmaması.
3) Yunanistan’ın kiminle savaşırsa savaşsın, bu adaları askerlik bakımından kullanmamayı adançlaması (kabul etmesi).
4) Bu adaları almakla Yunanistan’ın elde edeceği herhangi bir hakkı başka bir devlete bırakmaması.
Alman büyükelçisi, hükümetinin adalarla ilgisinin az olduğunu söyler, ancak eğer bütün adalar Yunanistan’a bırakılacaksa topunun Boğazlar’a yakın 4 ada ile eş duruma sokulmasının kendisine doğru göründüğünü söyler.
Bu işte Rusya’nın istediği kolay anlaşılmaktadır: Boğazları umduğu gibi ele geçirdiği gün karşıdaki adaları berkitilmemiş (silahlanmamış) bir durumda bulmak; Almanya’nın istediği de öbür adaların Bağdat demiryolunun geçtiği yerlere yani İstanbul’dan İskenderun’a kadar olan kısım, karşı bir saldırıya yaramayacak bir durumda olması için berkitilmemesidir (silahlandırılmaması).
Sonda Grey ve Pol Kambon, hükümetlerinin kararlaştırılacak şartlar altında bütün adaların Yunanistan’a katılmasına karşın olmadıklarını, Alman, Avusturya ve İtalya büyükelçileri de işi hükümetlerine sunacaklarını bildirdiler.
Aşağı yukarı denilebilir ki işbu günde adaların Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılmıştır; yalnız bunun şartları kesin olarak saptanmamış ve İtalyanların elinde bulunan 12 ada üzerinde konuşulmamıştır; ancak üçlü anlaşma devletlerinin düşüncesi, bunların da Yunanlılara verilmesi yolundadır.
Osmanlı-Balkanlılar barış görüşmelerinin kesilmesi
3 Sonkânun (ocak) 1913’te S. J. Konferansı’nın 9’uncu toplantısı yapılır; Reşit Paşa sınır işindeki Osmanlı önermesini (önerisini) bildirir, buna göre sınır, Karadeniz’den eski sınır boyunca Arda suyuna kadar gidecek, ondan sonra işbu su boyunca onun Söğütlü çayı ile birleştiği ada noktasına, oradan da güneye doğru Gümülcine’yi Osmanlı’da bırakarak Boru gölüne (Ege yakınında) gidilecektir. Yani Edirne vilayetinin Kırcaali kazası ile Gümülcine sancağının batı yarısı Bulgar’a bırakılmaktadır.
Bundan başka Osmanlı hükümeti Girit üzerindeki haklarını büyük devletlere bırakmaktadır; şu şartla ki başka hiçbir ada kendisinden istenilmesin.
Toplantı bir süre kesilir ve Balkanlılar aralarında görüştükten sonra şu yolda karşılıkta bulunurlar:
Osmanlı oruntakları (delegeleri) savaşın sonuçlarını göz önünde tutmamaktadırlar; dolayısıyla Balkanlılar görüşmeleri kesmekte haklıdırlar. Ancak uysallıklarını bir kere daha göstermek için Osmanlı oruntaklarından (delegelerinden) 6.1.1913 toplantısında şunları kapsayan bir önermede (öneride) bulunmalarını isterler:
1) Babıâli’nin Girit üzerindeki haklarından vazgeçmesi,
2) Ege adalarının bırakılması,
3) Edirne vilayetine gelince işbu kenti bağlaşıklara bırakan bir sınırın gösterilmesi.
Bu yapılmazsa görüşmeler kesilmiş sayılacaktır.
Görüldüğü gibi Bulgarlar kendilerinin önce istedikleri Malatra-Midya veya büyük devletlerin öne sürdükleri Enos-Midya çizgisi üzerinde kesin olarak direnmemekte ve yalnız Edirne kentini istemektedirler.
Bu toplantı, görüşmelerin çok geçmeden kesilebileceğini ortaya koymuştu, bunun üzerine büyük devletlerce araya girmek ve gerekirse Osmanlı hükümeti üzerinde baskı yapmak düşüncesi gelişir.
Rusya’nın epeydir bu yolda baskı yapma ve gözdağı verme denemelerinde bulunduğunu gördük. Yukarıda iki yerde sözü geçen Vangenhaym’ın, Kâmil Paşa ile bir görüşmesini bildiren 27.12.1912 tarihli telinde de (1) Üçlü Anlaşma büyükelçiliklerinde deniz gösterisine kadar gidebilecek, bir baskı yapılması sözünün dolaştığı yazılı idi. 1913 yılbaşı gününde Kayser Vilhelm, Berlin’deki büyükelçilerle görüşürken, İngiliz Büyükelçisi Goşen’e çok yönel gösterir, aradaki ilişkilerin iyiliğinden çok hoşlandığını ve bunun bütün Avrupa için çok asılı (yararlı) bir şey olduğunu söyler; sözü Balkan işlerine getirip Türkler çok öngü (engel) gösteriyorlar, durumlarını değiştirmezlerse savaş yeniden başlayabilir ve bu olursa pek çok tehlike başgösterebilir; bu yüzden Balkan işlerinde en az ilgili iki devlet gibi İngiltere ile Almanya’ca, Osmanlı hükümetini, onu yenmiş olan düşmanlarıyla olan görüşmelerinde daha usalır kılmak düşüncesiyle onun üzerinde herhangi bir biçimde olursa olsun dostçasına ama ağırcana bir baskıda bulunulması için Lihnovski’ye yönerge vermeyi üzerime aldım der ve (belki Noradungiyan Efendi’nin bazı büyükelçilere ve hele Vangenhaym’a yumuşak demeçleri dolayısıyla) Osmanlı hükümetinin bu yolda küçük bir baskıyı belki de hoş göreceğini ekler.
Görüldüğü gibi Osmanlı’yı genel barış ve en çok Edirne işinde uysal kılmak için onun üzerinde baskıda bulunmak düşüncesi havada dolaşmaktadır. Bu yüzden S. J. konferansının 3.1.1913 tarihli toplantısı üzerine bu yoldaki düşünce ve görüşmeler hemen gelişecektir; bu gelişme 4.1.1913’te toplanan büyükelçiler konferansında kendisini gösterir ve bir karar biçimini almaya doğru gider.
Toplantının başında (1) Grey, S. J. konferansının son toplantısında olan bitenleri anlatır ve büyükelçilere der ki: Savaşın yeniden başlamasının önüne geçmeyi eğer istiyorlarsa, İstanbul’da hep birden bir başvurmada bulunmalarının gerektiğini büyük devletlere (yani her büyükelçi kendi hükümetine) bildirip bildirmeyeceğimize karar vermeliyiz. Bundan sonra Grey düşüncelerini 6 maddede toplar ve bunlar iyi karşılanınca Pol Kambon bunlardan bir tasarı çıkarır, özeti aşağıdadır:
1) Türkler savaşın sonuçlarını ve eğer vuruşmalar yeniden başlarsa bundan çıkabilecek olayları gerektiği kadar göz önünde tutmuyorlar.
2) Bu son olay gerçekleşirse (vuruşmaların yeniden başlaması) büyük devletler İstanbul’un gelecekteki durumunu ve savaşın Küçük Asya’da gelişmelerini göze almak zorunda kalabilirler.
3) Büyük devletler, oradaki mali asılarını (çıkarlarını) korumak için Türkiye’de işe (veya Türkiye işlerine) karışma zorunda kalacaklardır.
4) Eğer barış olursa, Türkiye İstanbul ve Küçük Asya’da -ki bugüne kadar imparatorluğun kendisi için bir arıklık (zayıflık) kaynağı olmayan tek parçasıdır- durumunu sağlamlaştırmak için maliyecilerden yardım görebilecek bir duruma girebilir.
5) Adaların bırakılması işine gelince; büyük devletler, bağlaşıklara bırakılacak stratejik önemli adaların Türkiye için bir tehlike olmayacak biçimde yansızlaştırılmış bir yönetim altında bulunması için etkilerini kullanacaklardır.
6) Verimseyecek gibi görünen Edirne kentine gelince, büyük devletler onun bağlaşıklara kesin olarak bırakılması şartlarının, cami ve evkafla ilgili Müslüman asılarının (çıkarlarının) korunmasını da kapsaması için etkilerini kullanacaklardır.
Bu altı maddeden sonra tasarıda şu iki yön vardır:
”Büyükelçiler öyle düşünüyorlar ki hükümetleri, bu görüşlerinin kabulünü kolaylaştırmak için baskı gibi ölçemler (önlemler) almak zorunda kalabilirler. Bu ölçemler (önlemler) İstanbul’da uyrularını (uyruklarını) ve asılarını (çıkarlarını) korumak için bir donanma gösterisi biçimini alabilir.
”Öğrenildiğine göre eğer görüşmeler bugün kesilecek olursa vuruşmaların önümüzdeki perşembe günü ayın 9’unda başlaması gerekecektir.”
Grey’in Viyana’daki İngiliz büyükelçisine yazdığına göre büyükelçiler bu tasarı hükümetlerine bildirmeyi uygun bulurlar. Deniz gösterisi yaparak Türkiye üzerinde baskıda bulunmayı Fransız büyükelçisi ileri sürmüştür ve herkes buna eygin olmamıştır; Fransız ve Rus büyükelçileri bunu beğenmiş iken Alman büyükelçisi, hükümetinin böyle bir önlemi göze almanın erken olacağı düşüncesinde bulunacağını sandığını söylemiştir. Grey ise her şey anık (hazır) bulunsun diye Beşike’ye ikişer savaş gemisi göndermek düşüncesini ileri sürer (1).
Bu toplantı sırasında Sör Rişard Kravford (2), Grey’i görmek ister ve ona der ki: Edirne’den vazgeçilecek olursa İstanbul’da ayaklanma ve kargaşalık çıkmasından korkulmaktadır, ancak öğrendiğime göre Edirne kenti üzerinde bir uzlaşmaya varılabilir. Grey karşılık olarak: Türkler Edirne üzerinde bir uzlaşmaya yanaşmadıkça büyük devletlerden bu işin sökülmesi için baskıdan başka bir şey umamazlar; ama ”eğer Türkler barış görüşmelerindeki aytışmayı (tartışmayı) Edirne kenti için herhangi bir uzlaşma (compromise) konusu (metinde ”terrain=zemin” denilmektedir) üzerine getirirlerse o vakit büyük devletler ortadaki güçlükleri yenmek için Bulgaristan üzerindeki etkilerini kullanabilirler” der.
Bu konuşmadan sonra Grey, büyükelçiler toplantısına geri gelir ve Kravford’la konuştuklarını orada anlatır ve sandığına göre bu sözleri orada iyi karşılanır.
Yukarıda görülen altı madde doğruyu eğriye katarak, adançla gözdağı vermeyi birbirine karıştırarak Osmanlı’yı Edirne ve adalardan vazgeçirtmek için onun üzerinde baskı yapmayı doğru ve haklı göstermek için bir denemedir.
Grey bu toplantıdan sonra Tevfik Paşa’yı görür ve Kravford’un düşüncesini ona anlatır. Grey’in o gün Lovter’e çektiği tele göre (1) onun bu anlatış biçimi yukarıdaki gibidir, ancak bunda Kravford’un adı yoktur ve sözün gelişinden düşünce Grey’in kendisinin sanılabilir.
Tevfik Paşa’nın bu konuşmayı hükümetine anlatışında ise başkalıklar vardır; o özet olarak der ki (2):
Bugünkü büyükelçiler konferansının, barış görüşmeleri kesilecek olursa, ne gibi bir karara varabileceğini öğrenmek üzere Grey’i gördüm.
Grey dedi ki: Bu olasılık görüşüldü. Osmanlı’yı Edirne’den vazgeçirmek için İstanbul’a başvurmak ve gerekirse onun üzerinde baskı yapmak kararına varıldı; çünkü zaten gergin olan Avrupa durumunda karmaşalar olmaması için savaşın yeniden başlamasının önüne geçmek isteniliyor -Ben (Tevfik Paşa) böyle bir şartın bizce kabul edilemeyeceği üzerinde direndim.- Sonda Grey bizimle Bulgaristan arasında Edirne’yi içine alan bir yansız bölge yapılmasını ileri sürdü: Bu bir oydamdır (görüştür), eğer Babıâli bunu beğenirse onun kabul edilmesi için büyükelçiler ve barış konferansı oruntakları (delegeleri) yanında çalışırım, dedi.
Grey’in teliyle Tevfik Paşa’nın teli arasındaki başlıca başkalık şuradadır ki, Grey: Türklere Edirne üzerinde bir uzlaşma yoluna girin, dedim diyor; halbuki Tevfik Paşa: Onun belirtilmiş bir uzlaşma tasarısını kendiliğinden ortaya attığını söylüyor. Bizce Tevfik Paşa böyle bir şeyi kendiliğinden uydurmuş olamayacağı için, ilerdeki olayların da az çok göstereceği gibi, Grey, Tevfik Paşa ile konuşurken ona bu yolda açılmış ve sonra bu kadar ileri gitmiş yani Edirne’nin Bulgar’a geçmesini sağlamayan bir önermeyi (öneriyi) İngiltere’ye mal etmiş olmayı doğru bulamayıp söylediklerinin anlamını kısmaya uğraşmıştır.
Pol Kambon ise bu iş üzerinde kaynak göstermeden ne Grey’in ne de Tevfik Paşa’nın telinde bulunmayan ayrıntılar vermektedir, onun yazısına göre (2):
Tevfik Paşa Grey’e, Reşit Paşa’nın önermesinin (önerisinin) Türkiye’nin son sözü olmadığını ve hükümetinin üç sınır önereceğini, birincisinin 3.1.1913 S. J. konferansında ileri sürülen olduğunu, ikincisinin Balkanlılar için az daha kârlı bulunduğunu ve üçüncüsünün Dedeağaç’tan geçtiğini söylemiş, bunun üzerine Grey: ”Bu son çizgi Edirne’yi kapsıyor mu” diye sormuş, Tevfik Paşa: ”Hayır Edirne’yi bırakmayacağız” demiş. Bunun üzerine
Grey Edirne’nin bırakılması gerektiğini, bu olursa, Türkiye’nin büyük devletlerin iyi isteklerine güvenebileceğini, olmazsa Edirne’yi bırakmak için onların bir baskısını beklemesi gerekeceğini söylemiş.
Babıâli’ce ”Grey oydamı” (suggestion) veya ”Grey önermesi” (önerisi) (proposition) adı verilen bu iş ayrıca bir görüşme konusu olacaktır.
Tevfik Paşa’nın bu yoldaki teli üzerine Noradungiyan Efendi Meclisi Vükelâ kararıyla ondan şunları sorar (2):
Grey oydamı üzerinde bizi aydınlatın, yalnız Edirne kentinin yansızlığı mı düşünülüyor, yoksa oradan geçip Dedeağaç’a inen demiryolununki de mi? Yansızlık denilince yalnızca Bulgaristan’la Dedeağaç arasında eşyanın serbestçe gidip gelmesi, Edirne berkitmelerinin (mevzilerinin) yıkılması ve yeniden yapılmayacağının bizce adançlanılması mı anlaşılmaktadır? Eğer bunun karşılığı evet ise biz de Grey’in oydamını (görüşünü) kabul edebiliriz; çünkü bizim isteğimiz Edirne ve Dedeağaç’ın ve aradaki demiryolunun bizde kalmasıdır; Bulgaristan’ın o yol ile tecimine (ticaretine) güçlükler çıkarmak düşüncesinde değiliz.
Buna Tevfik Paşa 6.1.1913’te karşılık verir, ana çizgileri şunlardır:
Grey oydamı (görüşü) Kravford’un bir düşüncesinden çıkmıştır; Kravford karşın düşünceleri bağdamak (bağdaştırmak) ve görüşmelerin kesilmesini önlemek için arada bir yansız bölge kurulmasını ileri sürmüştü; Grey bu bölgeye Edirne’yi de sokmak istemiştir. Dışişleri Bakanlık müsteşarı Nikolson’un anlatışına göre bu ana düşüncedir; berkitmelerin ortadan kaldırılması ve demiryolu işi ayrıntıdır ve daha sonra görüşülebilir. Nikolson’a dedim ki: Biz bunu kabul edebiliriz şu şartla ki, yansız veya özgür bölge bizim egemenliğimizde olsun; o dedi ki: Bu yolda bir şey diyemem çünkü Kravford bunu yalnız tutumsal (ekonomik) bakımdan göze almıştı. -Konferans bugün toplanıyor, Nikolson’a göre onun ertelenmesi iyi etki yapmaz, dolayısıyla oruntaklarımız (delegelerimiz) oraya gidecekler ve sınır işinde bilinen görüşümüz üzerinde durmakla birlikte, gerekirse Edirne’yi de içine alabilecek bir özgür bölge kurulmasını bir uysallık örneği vermiş olmak için ileri süreceklerdir.- Nikolson dedi ki: Buna rağmen bağlaşıklar her türlü uzlaşmadan uzak durumlarında direnirler ve görüşmelerin kesilmesine yol açarlarsa bunun soravı (sorumluluğu) onlar üzerine yüklenir ve büyük devletler gereğini düşünürler.
Görüldüğü gibi Grey’in oydamı (görüşü) oldukça dumanlı kalmakta ve iyice anlaşılamamaktadır: Osmanlı dileklerine eygin (yatkın) görünen Nikolson ise bu yön aydınlanıncaya kadar konferansın geciktirilmesini doğru bulmamış ve Osmanlı büyükelçisi ve oruntakları (delegeleri) da onun gibi düşünmüşlerdir.
Grey ise Lovter’in İstanbul’da Meclisi Vükelâ’da bu iş üzerine yapılmış olan görüşmeleri bildiren 6.1.1913 tarihli teline verdiği karşılıkta (7.1.1913), Tevfik Paşa’ya, yukarıda sözü geçen Lovter’e yolladığı 4.1.1913 tarihli telde yazılı olanlardan başka bir şey demediğini bildirir ve dolayısıyla işin kapsamını oldukça daraltır (1).
Onun Lovter’e bu yolda tel çektiği günde ise (7.1.1913) Noradungiyan Efendi de Tevfik Paşa’ya şöyle bir tel çekmektedir: Grey’le Edirne işini çabuk çözülemek (çözümlemek) gerekir. Özgür bölgeyi kabul edebiliriz, şu şartla ki sınırları iyice belli olsun ve Edirne elimizde kalsın.
Görüldüğü gibi her iki yan işe oldukça başka bir kapsam vermektedir:
Bu işi biraz yana bırakıp 4.1.1913 tarihli büyükelçiler toplantısının uyandırdığı yankılara geçelim.
Londra’daki Alman büyükelçisi Prens Lihnovski bu toplantıyı Berlin’e bildirirken: Osmanlı’ya karşı donanma gösterisi düşüncesinin Pol Kambon’un olduğunu, Grey, sözünün gizli kalmasını isteyerek, bu işte istemeye istemeye ortaklık edeceğini (Ben de. W.) (1), çünkü savaşın bitmesini istediğini (İyi. W) söylemiş olduğunu ve kendisinin bu düşüncelere karşı bir bekleme durumu aldığını ve bunları ”ad referandum” kabul ettiğini yazar.
Bu teli Kayser’e bildirirken, Başbakan Betman-Holveg (2) özet olarak şu düşünceleri ekler:
Grey’in İstanbul’da birlikte yapılacak başvurma için öne sürdüğü 6 noktaya onaşabiliriz (uzlaşabiliriz) (Evet. W.): Fransız büyükelçisince ileri sürülen donanma gösterisi veyahut herhangi bir baskıyı şimdilik vakitsiz görüyorum; Fransız oydamını (görüşünü) yersiz bulmamın bir sebebi de Grey’in buna eygin (yatkın) olmamasıdır (Ben de. W.) ve efendimizin düşüncelerine uygun gelirse biz bu işte elden geldiği kadar İngiltere ile birlikte davranmalıyız (Evet. W.); Efendimiz izin verirlerse Lihnovski’ye, Avusturya ve İtalya büyükelçileri de bu yolda yönerge alırlarsa, yukarıda yazılı olduğu gibi dil kullanmasını bildireyim (Evet. W.) ve Viyana ve Roma hükümetlerinin de onaşmasını (uzlaşmasını) isteyeyim (Evet. W.).
İtalya ve Avusturya hükümetleri de bu işte Alman hükümeti gibi düşüneceklerdir, San Guiliano siyasal başvurmanın yeteceği ve donanma gösterisinin gerekmediği karşılığını verir. Berştold da böyle düşünür ve gerek Çirşki’ye söylendiğinde gerekse Berlin büyükelçisine yolladığı yönergede şunları der (3):
Bütün adaların bırakılamayacağı metinde yer bulmalıdır. Grey’in 2’nci maddesinde Türkiye Asyası’nı tehdit eden tehlikenin büyük devletlerden değil Balkanlılardan geldiği açıklanılmalıdır (1) (preciser)- Donanma gösterisiyle baskıda bulunma işine gelince İstanbul bunun için uygun bir yer değildir, çünkü Boğazlardan geçmek için padişahın iradesini almak gerekir, onu aldıktan sonra ona dayanarak Türkiye’ye karşı baskı yapmak güç olur (Doğru. W.) (2), Beşike koyu veya İzmir daha uygundur. (Hiç etkisi olamaz. W.) (3). – Her türlü donanma gösterisine karşınım (4) (karşıyım) – Ancak hep birlikte yapılacak siyasal baskı asılı (yararlı) olur. – Bunun karşılığı olarak Romanya isteklerinden yana Sofya’da da bir baskı yapılması yolundaki isteğimiz yerine getirilebilir (?? Haberim yok. W) (5).
Büyükelçiler konferansının işbu 4.12.1913 tarihli toplantısında olan bitenler Puankare’nin canını sıkacak ve Pol Kambon’un bunu bildiren teline kızgın bir dille karşılık verecektir. Hoşlanmadığı işler 2’nci (İstanbul ve Küçük Asya’nın ilerisi), 3’üncü (Türkiye’deki mali asılar – çıkarlar) ve 4’üncü (Türkiye’ye maliyecilerce yardım edilmesi) maddelerdekilerdir. Puankere bu işler üzerinde daha büyük devletler arasında bir anlaşma olmadığını ve kendisine önce verilmiş olan yönergede bulunmayan konular ortaya atılınca çok çekingen davranmasının gerektiğini büyükelçisine bildirecektir (6).
Ona ve Fransız Bakanlar Kurulu’na göre (7): Türklere İstanbul konusunu ele alacağız demek İngiltere ile Rusya’nın karşı oldukları bir konuya dokunacağız demektir – Savaşın Küçük Asya’daki gelişmelerini göze alacağız demek, Türklere aldırış etmeyecekleri bir gözdağı vermek demektir, çünkü onlar pek güzel biliyorlar ki Küçük Asya konusuna dokununca büyük devletler hemen birbirlerinden ayrılırlar – Türklere barış olunca mali yardım adançlanmak herhangi bir incelemede bulunmadan önce Rus, Alman ve Fransız asılarının (çıkarlarının) çarpışabileceği arsıulusal bir mali kurul kurmak yoluna gitmek demektir.
Bu işler üzerinde Puankare ile Pol Kambon arasında epey aytışma (tartışma) olacaktır; sonda büyükelçilerin kararı, yapılacak işler üzerinde bir karar olmayıp, onların her birince işin hükümetine sunulması için bir karar olduğu ve Puankare’nin kuşkulandığı maddelerle Türklere yalnızcana:
”Gözünüzü açın; eğer savaşa yeniden başlarsanız İstanbul ve belki de Küçük Asya sorunu ortaya atılmış olur. Büyük devletlerin öğütlerine karşı koyarak savaşı uzatırsanız, bundan böyle tek güç kaynağınız olacak olan imparatorluğunuzun bu kısmını işletmek ve değerlendirmek için Avrupa’nın mali yardımını umamazsınız” denilmek istenildiği ve hiçbir üsten altına girilmiş olmadığı Puankare’ye anlatılınca o bu son biçime onaşır (1).
6 Sonkanun’da (ocakta) bir yandan S. J. konferansı (10’uncu toplantı) öbür yandan da büyükelçiler konferansı (6’ncı toplantı) toplanır.
Bugünün sabahı ara ile Danef ve o sırada Londra’da bulunan Romanya İçişleri Bakanı Takeyonesko, Grey’e başvururlar.
Danef (1), büyük devletlerin işe karışıp Türkleri yola getirmek için İstanbul’da baskıda bulunmaları işi ile çok büyük bir merakla ilgili (very anxious) görünür; Grey der ki eğer bu öğle üstü toplantısında Türkler geçen haftaki durumlarında kalırlarsa görüşülecek bir şey kalmadı demektir, ama eğer Edirne kenti sorununu görüşme alanı içine sokarlarsa, bağlaşıklar bunun üzerinde konuşmaya girişmelidirler.
Danef der ki: Böyle bir şey olursa görüşmeleri kesmeyiz. Onun Avusturya’ca hâlâ bir deniz gösterisi yapılmasının önerilmediğine şaşmakta olduğu görülmektedir. Grey’in büyük devletlerin bu işte ne düşündüklerini pek söyleyemem, bazıları diyeceklerdir ki bu bir gösteriden üstün bir şey olmadığı için bir sonuç vermeyebilir – demesi üzerine Danef: Bu bir sonuç verir, çünkü Türklerin bütün istedikleri yalnızcana görüşünü korumaktır der. (Yani Danef’e göre Türkler Edirne’den vazgeçmişlerdir ve bunu açığa vurmak için büyük devletlerin bir gösteride bulunmasını beklemektedirler.)
Görüldüğü gibi Bulgarlar Edirne işinde direnmekte iseler de işin sonucundan yani savaşın yeniden başlamasından az çok korkmaktadırlar, onlar da Osmanlı Hariciye Nazırı’nın bazı yabancı büyükelçilerle gevşekçene konuşmasından yüreklenmiş ve buna inanmışlardır. Danef, Avusturya’ya gerektiğinden çok güvenmektedir.
Bundan sonra Takeyonesko, Grey’i görür (2), dileği büyük devletlerin Edirne’nin Bulgarlara bırakılması için İstanbul’a başvururken Romanya’nın istediği sınır düzeltmesi için de Sofya’ya başvurmalarıdır. O, bunu Alman büyükelçisinden istemiştir ve Lihnovski, bu işi büyükelçiler konferansında açacaktır, Takeyonesko bunu Grey’e açmakla, dolayısıyla onun da yardımını istemektedir. O, Puankare’yi gördüğünde onu bu iki işin birbirine bağlanmasına eygin (uygun) bulmuş. Esasen Romanya ile Bulgaristan arasında bu yoldaki görüşmeler hiç ilerleyememişmiş. Grey bu gibi işlerin pek yavaş yürüdüğünü ve İstanbul’da gerçekten bir baskı yapmaya karar vermeden Sofya’ya bir şey diyemeyeceklerini söyler; Romen bakanı da: Sofya’da baskı yapılmasını, ancak İstanbul’da baskı yapılacak olursa diliyoruz, der.
6 sonkânunda (ocakta) toplanan S. J. ve büyükelçiler konferanslarına gelelim,
Birinci konferansta Reşit Paşa şu yoldaki bir demeci okur:
Bağlaşıklar diyorlar ki savaşın sonuçlarını gözümüzün önünde bulundurmuyoruz- Biz bu sözün tersine olarak çok önemli yerler bıraktık ve iki noktadan başka bağlaşıkların bütün dileklerini yerine getirdik- Eğer Edirne’yi bırakmak istemiyorsak bunun başka sebeplerle birlikte İstanbul ve Boğazların güveni bakımından olanaksız olduğu için yapıyoruz- Edirne’yi Türkiye’de bırakacak olan herhangi bir sınır üzerinde konuşabiliriz- Girit üzerindeki bütün haklarımızdan vazgeçiyoruz, şu şartla ki bizden, başka bir Ege adasının bırakılması istenilmesin.
Bu koskocaman özverilerden sonra bağlaşıklar uzlaşma yoluna girmek istemeyerek görüşmeleri kesmeye kalkışırlarsa bunun soravı (sorumluluğu) onlara yüklenir ve bu olursa bu güne kadar yapmış olduğumuz bütün özverileri yapılmamış sayarız.
Bağlaşık oruntakların (delegelerin) aralarında görüşebilmeleri için toplantı ertelenir ve ondan sonra yeniden toplanıldığında o gün başkanlık eden Sırp Novakoviç şunları söyler:
Osmanlı önermesi (önerisi) bağlaşıkların geçen toplantıda ileri sürdükleri dileklere uymadığından ve Osmanlıların ileri sürdükleri yeni temel üzerinde yapılacak görüşmeler bir anlaşmaya vardırabilecek bir özde olmadığı için bağlaşık oruntakları (delegeleri) kendilerini, konferans çalışmalarını ertelemek zorunda görmüşlerdir.
Bunu söyledikten sonra Başkan Novakoviç toplantının sona erdiğini bildirir ve yerinden kalkar. Osmanlı oruntakları (delegeleri) toplantının apansızın sona erdirilmiş olmasını protesto ederler ve protokolü imzalamazlar.
Böylelikle S. J. konferansının ilk evresi kapanmış olur.
Kaynak: BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1999
belgesi-2773
Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım…
Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük…
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.…
Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı…