Eskişehir Belediyesi, şehircilik konusunda büyük çabalar harcamaktaydı. Millî hareket, İttihat ve Terakki hükûmetinin başlayıp bitiremediği işleri üzerine almıştı. Eskişehir’deki büyük okullar, müze, kütüphane, en acil ihtiyaçların gerçekçi bir anlayışla ele alındığını göstermektedir. Bir rasathane yapılmasına başlanmıştır. Bunlar, herhangi bir özenti ve taklit eseri olmaktan uzak, çok ciddî mahallî çaba ve teşebbüslerdir.
İlk Osmanlının camii
”Bizim bütün kurumlarımızı gördünüz ve sorularımızı cevaplandırdınız, şimdi size hiç kimseye göstermediğimiz bir şey göstereceğiz: Müslüman Türklerin yerleştikleri bu topraklara gelen ilk Osmanlı büyüğünün ilk fetvasını okuduğu cami.”
Bu sözleri söyleyenler ülkenin aydınlarıydı. Bir gün önce İstanbul’dan gelmişlerdi. Biri şair, diğeri diplomat, üçüncüsü, Sivas’a geçmek üzere buraya gelmiş olan bir filozoftu. Bizim gibi düşünen ve savaşın henüz yeni başlamış olduğunu iyi bilen doktor , taşkın heyecanlı ve şimdiden zafer türküleri söyleyen arkadaşlarını yatıştırmaya çalışıyordu.
Varmak istediğimiz yere geldik. Atlar, nehre hâkim bir ağaç topluluğu önünde durdular. Burası bir köy mü idi? Hayır. Ortalıkta sadece birkaç ev, bir cami, bir çeşme ve gürültüyle akan sular ve kuş sesleri vardı. Cami kapısının eşiğinde, Osmanoğullarının neslinden gelen, onlar gibi giyinmiş olmaktan pek gurur duyan biri vardı. Bana, ”Bu ne kadar güzel değil mi? Tıpkı ecdadına benziyor” dediler.
Osmanlı, girdiğimiz evde bizi, ırkına özgü konukseverlikle karşıladı. Odanın duvarları yeni badana olmuş, mavi arabesk motiflerle süslüydü. Herkes, ateşin karşısında bir yere istediği gibi rahatça oturdu. Açık olan pencerelerden içeriye, yaklaşmakta olan yağmuru haber veren bir serinlik doluyordu. Şair, diplomat ve filozof buradaki yerli renklere hayran kaldılar. Doktor da, geçmişin bu kadar canlı olarak muhafaza edilmiş olmasından çok duygulandı.
Bunlar ev sahibine, “Bize bir türkü söyle” diye yalvardılar. O da, mavi duvara dayanarak, tıpkı Kuran’dan bazı sureler okur gibi, bir şeyler okumaya başladı. Şair, Osmanlıların buraya ilk kez gelişlerini konu alan bu fetih ve zafer türküsünü bize tercüme ediyordu. Bizler bunu, zamanın nasıl geçtiğini bile fark etmeden ilgi ile dinledik.
Yağmur dağdan doğru yavaş yavaş yaklaşıyor, ortalığa karanlık çökmeye başlıyordu. Artık buradan ayrılmak zamanı gelmişti.
Şimdi Anadolu halkı gerçek hayata gözlerini açıyordu. O da kendi diliyle, Avrupalılara hak ettikleri azarlamayı hazırlıyordu. Ama Türklerin nezaketi kullanılacak kelimelerin fazla sert olmasını önlüyordu. Bununla beraber karşı koyma çok güçlüydü, ”Bize karşı ne için böyle davranıyorlar? Haksızlık ediyorlar ve bizi dinlemiyorlar. Bizi yaşamaktan men etmek niye? Siz bize dost musunuz, yoksa düşman mı? Bizimle savaşmak istediğiniz hâlde, neden bize barış vaat ettiniz?” ve eliyle bereketli toprağını gösteriyordu.
Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2680
SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN ÖNEMLİ SANATÇILARI TEVFİK FİKRET (1867-1915): Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli…
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI (EDEBİYAT-I CEDİDE) (1896-1901) Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında…
FECRİ ATİ EDEBİYATI Servet-i fünun edebiyatının devamı niteliğinde olan fecr-i ati topluluğu,1909 yılında ortaya…
ÖZELLİKLER: Boyut: 28x8x6 cm Ağırlık: 850gr Ekran: Yok Devre sayısı: 30 Konuşma süresi: 35 dakika…
There are two kinds of questions: yes or no questions and wh- questions. You ask…
A positive sentence tells you that something is so. A sentence that tells you something…