Categories: Fatih ve Fetih

Gemiler Haliç’e Nereden Geldi ?

İstanbul’un fethini anlatan herhangi bir tarih kitabını elimize aldığımızda, en temel vurgulardan biri olarak, Osmanlı gemilerinin, “akıl durduracak şekilde bir gecede Beyoğlu sırtlarından aşarak Haliç’e indirildiği” iddiasıyla karşılaşırız. Gerçekten de böyle mi olmuştur?

Hem Osmanlı hem de Bizans tarihçilerince yinelenmiş olmasına rağmen, dağdan gemi aşırma efsanesinin gerçek olmadığını iddia etmek için bir dizi ciddi nedenimiz var.

Gemilerin Haliç’te, Kasımpaşa’da göründüğü doğrudur. Ancak Tophane’den, Dolmabahçe’den veya Beşiktaş’tan taşınarak getirildikleri doğru değildir. Buna rağmen bu iddianın hem Hıristiyan hem Osmanlıcı hem de Cumhuriyetçi tarihçilerle tekrarlanması dikkate değerdir ve psikolojik nedenleri ağır basmaktadır.

Bir taraf yenilgiyi daha kabul edilebilir kılabilmenin, diğer taraf ise ne büyük şey becerebildiklerini ispatlamanın ruh haliyle dağdan gemi aşırma söylencesini yinelemiştir. İşin ilginci bu söylenceyi bir ‘tarihi vaka’ haline getirip ayrıntılarda sistematize etme ‘şerefi’ Cumhuriyet dönemi Osmanlıcı tarihçilere, F. Dirimtekin (İstanbul’un fethi) ve V. L. Mirmiroğlu’na (Fatih’in Donanması ve Deniz Savaşları) ait olmuştur.

Asıl önemlisi böyle bir olayın kimi ciddi tarihçilerce de sorgulanmadan kabul edilmiş olmasıdır. Hammer bile, olayı sorgulayacağına; “Müslüman mürevvihler bu cesurane fikrin bütün şerefini Mehmet’e atfederler; Padişah’ın cüretkârane fikirleri ve görüşünün genişliği bunu yalnızca bulmaya muktedir ise de eski çağ tarihinde yahut daha yakın bir zamandaki misallerin kendisince meçhul olmayıp, böyle bir işe teşebbüs fikrini telkin etmesi muhtemeldir. Mesele gemileri karadan limana kadar çekmekten ibaretti.

“Bu iş müşkil olmakla birlikte hiç de yeni değildi” şeklinde, olayın pek de abartılmaması gerektiği, üstelik de ilk olmadığı yollu bir dizi örnek sıralamak gibi ilginç bir yola başvurmaktır.

O günkü teknik koşullarda (muhasara süresi içinde) bu işin olanaksızlığı bir yana, böylesi muazzam bir olayı planlayanlardan geriye en küçük bir teknik ayrıntı, çizim, plan, belge, en küçük bir kesin bilgi kalmamış olması bile, iddianın bir efsaneden ibaret olduğunu düşünmeye yeter. Düşünsenize bir, böylesi kapsamlı bir iş, resmi teze göre 20 Nisan’daki deniz yenilgisinin üzerine padişahın kızıp “gemileri Haliç’e geçirin!” demesiyle iki gece içinde gerçekleştiriliyor! Herhangi bir bina için bile fizibilite yapılması gerektiği açıkken, söz konusu bu iddianın, bizi illüzyonlar dünyasına taşıma amacı dışında tarihsel bir değer taşımayacağı açıktır.

Tüm bu veriler anımsanacak olursa, her biri ortalama 800 ton olan 72 geminin dağlık ve ormanlık araziden aşırılması sorununda daha gerçekçi olmak koşullarına sahip oluruz.

Böyle olağanüstü bir işe dair elimizde kesin bilgiler bile yoktur; gemilerin nereden yürütüldüğü her yazarda farklıdır ve kendi kişisel keyfiyetince belirlenmektedir. Öyle ki söz konusu bu güzergah sorunu üzerinde yürütülen kıran kırana tartışmalar, çalınmış minareye kılıf babından, uydurulmuş fikre kanıt bulma telaşı olarak görülmelidir. Eften püften bir dizi ayrıntıyı bize taşıyan Osmanlı devlet arşivlerinde konuya ilişkin tek bir veri bile yoktur. Keza makaralarla mı, kızaklarla mı, arabalarla mı taşındığı, bu işin kim tarafından planlandığı, kimin komuta ettiği, Beşiktaş’tan mı, Dolmabahçe’den mi, yoksa Tophane’den mi hatta Rumeli Hisarı’nın oradan mı yola çıkıldığı, Şişhane’den mi, yoksa Taksim’den mi geçirildiği bilinmemektedir.

Bir masal ile karşı karşıya bulunmaktayız. Nitekim dönemin en yakın tarihçisinden, bu muamma olaya ilişkin bize kala kala; “İslam gemileri bayraklarla bezenip yelkenleri açtılar. Galata Kalesi ensesinden havada yürüttüler. Belki uçurdular. Bu heybetle götürüp mükemmel silahla liman denizine saldılar” gibisinden, olsa olsa 3-5 yaş arası çocuklar için masal kitabında yer alabilecek cümlelerden ötesi kalmamıştır.

Aynı masalsı iddianın bir başka versiyonunu da Aşıkpaşazade’de görürüz: “Yetmiş parça gemi dahi Galata’nın üst yanından karadan yelken açtılar. Savaşçılar ayak üzeri durdular ve sancaklarını çözdüler. Geldiler Hisar dibinde denize girdiler.”

Bu sorunlar bir yana, gemileri dağdan aşırmaya varacak denli büyük bir zahmet ve zekaya kadar, alt tarafı bir zinciri kesecek testereleri de mi yoktu atalarımızın diye sorası geliyor insanın? Alt tarafı gecenin karanlığında iki babayiğit yeniçeri gönderilip zinciri eğeletmek varken, Osmanlı dedelerimiz, neden böyle olağanüstü bir organizasyon için yüzlerce insanın kafa patlatmasını, binlerce insanın ve mandanın onca yük altında eziyet çekmesini, onca ormanın telef edilmesini tercih etmişler, anlamak mümkün değil doğrusu. Oysa zincirin kesilmesini müteakip sabahın 5’inde Tophane’de, Marmara’da bekleyen yüzlerce geminin Haliç’e dalıp küffarın donanmasını yerle bir etmesi daha görkemli olmaz mıydı?!

Bizans kaynakları da gemileri birdenbire gördüklerinden söz ederler. Oysa Dolmabahçe’den, hele ki Tophane’den başlayacak bir gemi aktarma operasyonu doğrudan Bizanslıların gözü önünde yapılmış demektir. En zifiri gece için bile bunun aksini iddia etmek olanaksızdır. (ikna olmayan Osmanlıcılara, gidip Sarayburnu’nda bir demli çay eşliğinde, Tophane ve Dolmabahçe’yi seyretmelerini öneririm; kendilerine gelirler!)

Bazı Osmanlı tarihçileri, büyük bir olasılıkla Rumlarca uydurulmuş, (hatta “Ulubatlı Hasan” efsanemiz gibi Francis kaynaklı olma ihtimali büyük olan) masalı, ‘nelere kadir olduklarının’ göstergesi olarak sahiplenmiş olmalılar.

Aynı zamanda gemicilik bilgisi ve tecrübesine sahip olan H. Kazankaya, resmi tezin olanaksızlığı üzerine şöyle mantık yürütüyor: “En basit hesapla; 61 metre boyunda 8 metre genişliğindeki bir kadırgayı, denizden kızakla karaya çıkarmak için (sadece karaya çıkarmak için) gemi başına 10 dakikalık bir zaman ayırırsak 72 gemi için 720 dakikalık bir süre ayırmamız lazım gelir ki, bunu da saate çevirirsek 12 saat eder ve gece biter.”

Kuşkusuz diğer resmi tarihçiler gibi Osmanlı tarihçisine, başka verilerle kıyaslamadan inanmamak gerekiyor; çoğu kez aktarımlarının bir doğrusu birkaç  abartı veya yanlışla birlikte sunulmaktadır çünkü. Özellikle Evliya Çelebi, bu açıdan en tipik örneklerden, Osmanlı tarihçileri arasında abartıya en çok kaçanlardan biridir.

Evliya Çelebi gerçi 100 kadırgadan söz etmektedir ama, buna karşılık Haliç’te görülen gemilerin sayısının 70 civarında olduğuna ilişkin bir mutabakat vardır. Bu durumda E. Çelebi sayıyı abartmaktadır

Belgeci

Share
Published by
Belgeci

Recent Posts

BİOGAZ

İnsanoğlunun çok süratli bir şekilde artan ihtiyaçlarına cevap veren sosyal ve endüstriyel gelişmeler, beraberinde bazı…

11 saat ago

Boşaltım Sistemi

Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım…

23 saat ago

Atatürk ve Spor

Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük…

1 gün ago

Atatürk’ün Hayatı

 Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.…

2 gün ago

Özdeşlik

Bir şeyin başka bir şey değil de zorunlu olarak kendisi olması; bir şeyin kendisiyle bir…

2 gün ago

Uyurken Beynimiz Neler Yapıyor ?

Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı…

3 gün ago