5 Nisan günü şehrin kara surları boydan boya kuşatılmıştır. Padişah, Çandarlı Halil ile birlikte merkeze, Topkapı ile Edirnekapı denilen bölüme yerleşmiştir. Onun sağında, yani Marmara Denizi’ne kadar olan kesim Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa ve güvendiği adamı Mahmut Paşa komutasındadır.

Osmanlı ordusu salt görüntüsüyle bile yürek titreten bir tablo sergiler. 200 bine yakın asker göz alabildiğine her yeri kuşatmış bulunmaktadır. 5 Nisan günü Padişah, Mahmut Paşa’yı Konstantin’e göndererek, teslim olmasını talep eder. 6 Nisan günü şafak vaktinden itibaren Bizans surları yoğun bir top ateşiyle dövülmeye başlanır. 7-10 Nisan günleri boyunca ateş devam eder. 11 Nisan’dan itibaren top ateşi daha da yoğunlaşır ve kesintisiz bir şekilde devam eder.

Tüm bu süreç boyunca Osmanlılar saldırı tekniklerinde önemli atılımlar yaparken, Bizanslılar da onları etkisizleştiren teknikler geliştirmekte aynı başarıyı sergileyeceklerdir. Osmanlıların kaleye alttan girebilmek için başlattıkları lağım kazımları ve onların Bizanslılarca etkisiz kılınması bu durumun örneklerinden sadece biridir.

12 Nisan günü Osmanlı donanması Gelibolu’dan İstanbul önlerine gelir. Yüzlerce geminin geçişi şehirde büyük moral bozukluğuna neden olacaktır. İki taraf açısından da savaş, özellikle göğüs göğüse çarpışmalarda görüleceği gibi, gerçek kahramanlık örnekleriyle sürer.

Toplar “ağır ağır fakat inatla ve karşı konulması imkansız bir şekilde, Bizans surlarını parça parça lokmalara ayırıyor. Önceleri bir top günde ancak 6, 7 atış yapabiliyor, fakat Sultan her gün yenilerini koyduruyor (…) muhasaradakiler geceleri açılan delikleri örüp kapatıyorlar ama arkasında çarpıştıkları surlar, artık o eski demir gibi sağlam istihkamlar değildir.

18 Nisan gecesi 2’de (bazı kaynaklara göre akşamüstü) genel saldırı başlar. Bu ilk saldırının sonucu öncelikle binlerce ölü ve yaralıydı. Osmanlı’nın kayıpları çok fazla olmakla birlikte yeri doldurulabilir kayıplardı; nitekim yeni yeni katılımlarla Osmanlı ordusunun sayısı, giderek artan kayıplara rağmen artar. Bizanslıların ise böyle bir olanağı yoktu ve ellerindeki güçler oldukça sınırlıydı.

Bu sırada Bizans’ın beslenme ve savunması için Papa’nın yolladığı üç Ceneviz gemisi ile Sicilya’dan buğday, şarap ve harp mühimmatı almış olan bir Bizans gemisi 20 Nisan’da İstanbul’a varıyor. Osmanlı donanması sayı çokluğuna da güvenerek (150 civarında), son derece emin olarak saldırıya geçer. Deniz korkunç gürültüler ve gemi yoğunluğuyla “sanki kara imiş gibi bir görüntü” verir.

Ancak Osmanlı gemi teknolojisi çok geri olduğundan, düşman gemilerine oranla çok kısa kalıyorlardı. Diğer yandan Hıristiyan gemicileri deniz savaşında tecrübeli olmalarına karşın Osmanlı askerleri bu işin yabancısıydılar. İşte bu koşullarda kıran kırana bir savaş başlar.

Osmanlı gemicileri, düşman gemilerini aşağıdan tutuşturarak yakmaya, kargı ve balta ile küpeştelerini kırmaya ve gemilerin üzerine sıçrayıp demir ve halatlarına asılarak, içlerine girmeye çalıştılar. Lakin bunca çalışma, bu kadar şevk üç İtalyan gemisinin hakkından gelemiyordu. Çünkü düşmanın zırhlara bürünmüş askeri de üstün bir cesaretle kendini korumaktaydı.

Üç saat süren bir mücadeleden sonra Hıristiyan gemileri, teknik ve bilgi üstünlüklerinin de verdiği avantajları kullanarak, kendisinden çok fazla olan Osmanlı gemilerine önemli kayıplar verdirir ve o sırada çıkan lodostan da faydalanarak aralarından sıyrılır, hızla limana doğru ilerleyerek gevşetilen zinciri geçmeyi başarırlar.

Bu sırada gerçekleşen bir gelişme savaşın moral dengelerini tekrar değiştirecektir. 22 Nisan gecesinin sabahı Kasımpaşa civarında Osmanlı gemileri ortaya çıkar. “Ortaya çıkar” ifadesi duruma denk düşmektedir, çünkü Haliç’in ucundaki zincirden dolayı gemilerin varlığı Bizanslılar üzerinde şok etki yapar ve “Osmanlılar gemileri karadan yürüttü” efsanesi buradan çıkar.

Gemilerin Haliç’te mevzi tutmasından sonra şehir artık her taraftan kuşatılmış oluyordu. Durumu değiştirmek için Bizanslılar Haliç’teki Osmanlı donanmasına baskın vererek yok etmeye çalışırlarsa da, Cenevizliler aracılığıyla durumdan haberdar olan Osmanlılar baskını akamete uğratırlar.

Kuşatma şehir halkına olağanüstü zorluklar yaşatmaktadır. Özellikle Haliç’e gemi çıkarılması sonrasında şehirde çözülmeler başlar. “Bir yandan açlık ve kıtlık, bir yandan göklerden yağan bela, bir yandan ‘Türkün gelişi ve yürüyüşü bizi helak etti” diyerek her biri birer yolla gizlice kalenin çökmüş bulunan yerlerinden İslam ordusu tarafına ‘aman deyu’ kaçmaya başladılar.

Her iki taraf da karşısındakinin moralini bozmak için elinden geleni yapıyordu. Türkler ele geçirdiği gemicilerin bazılarını surların önünde kazığa geçirince Hıristiyanlar da bütün Türk esirlerini surların üstünde astılar. Çürüyen yüzlerce cesedin kokusu, hem kenti hem de Türk kampını sarmıştı. Hıristiyanlar arasındaki birlik ruhu dağılmıştı.

Mayıs ayının başlamasıyla birlikte şehirde açlık ve karaborsa başlar. Savaşçıların direncinde de düşmeler söz konusudur. Surların yeterince hırpalandığını düşünen padişah, 6 Mayıs gece yarısı, 30 bin kişilik bir kuvvetle, Bayrampaşa Deresi üzerindeki surlara baskın bir taarruz gerçekleştirir; ancak Rumların etkili savunması sonucunda önemli kayıplarla geri püskürtülür. Bunu yoğun bir top ateşi dönemi izler. 12 Mayıs’ta bu kez Edirnekapı ile Eğrikapı arasında iyice yıkılmış olan surlara 50 bin kişiyle üçüncü kez genel saldırı düzenlenir; ancak bu saldırı da Justinyani’nin etkili komutasında büyük zayiatlarla geri püskürtülür.

Osmanlı ordusu, Haliç’i bir baştan diğerine kat edebilen uzunlukta dubalardan yapılmış köprüyü 19 Mayıs’ta tamamlar. Bu sayede Osmanlı inisiyatifi biraz daha artar. Buna karşılık tüm bu uzun direniş günleri boyunca Bizans’ın beklediği Venedik yardımı gelmez. Katolik dünyası ortak savunma ve birlik anlaşması yaptığı Ortodoksları kendi kaderine terk etmiştir.

Bu sırada Osmanlı kurmayı, kuşatmanın süregelen tıkanıklığını, onlarca yerden Bizans’a doğru yol alan yoğun bir tünel kazımıyla aşmaya çalışır; şehrin altı adeta köstebek yuvasına dönecektir. İstanbul kuşatmasının belki de en özgün yanlarından biri olan tünel savaşları, aynı zamanda en özverili çalışmaların ve en ilginç savaşların da mekanı olacaktır. İnşaat teknolojisinin bu kadar çok kullanıldığı başka kuşatma bulmak zordur.

Tünel savaşlarının bir diğer ilginç ayrıntısı Osmanlı tünelcilerinin Sırp, Bizans karşı tünelcilerinin ise Alman olmasıdır. Tünel kazımı tünelciler için de büyük özverilerle, her an bir çöküntünün altında kalma veya su kanallarının basıncıyla boğulma riski altında gerçekleşmekte, bunlar söz konusu olmadığında ise Rumların tünelleri ateşe vermesiyle yanmaktadır. Bunların olmadığı durumlarda ise karşılıklı tünellerin kesişmesiyle karşılaşan taraflar birbirlerini kazmalarla katlediyorlardı. Tünellerin diğer bir önemli yanı da şehirde neden oldukları paniktir.

Artık sona yaklaşılmaktadır. 23 veya 24 Mayıs günü İsfendiyaroğlu Kasım, Konstantin ile ilişkilerinden de hareketle elçi olarak yollanır. II. Mehmet’in burada iki amacından söz edilebilir. Birincisi saldırının planlaması için düşmanının moral durumunu ve yıkımın düzeyini içerden öğrenmektir. İkincisi ve asıl önemlisi, kendi başkenti yapmak istediği için İstanbul’u yağma ve yıkımdan kurtarmak istemektedir. Oysa şehrin teslim olmaması halinde şeriatın hükmü gereği askerlerin şehri yağmalamalarının önünü alması mümkün değildir.

İsfendiyaroğlu Kasım; “Hükümdarımız, umumi bir hücumun doğuracağı felaket ve dehşetlerden kaçındığı için İmparatora, şehri sağ salim terk etmek ve bütün malları ve hazineleri ile istediği yere çekilmek hak ve hürriyetini tanımaktadır. İstanbul ahalisinden isteyenler de her şeylerini alıp, gidebilmek ve kalmak isteyenler de mal ve mülklerini muhafaza edebilmek hakkına haizdirler. Kendisine Mora despotluğu da verilecektir” der.

İmparator ise “Padişah sulh istiyor ise muhasarayı kaldırsın, bu takdirde ne kadar ağır olursa olsun istenen vergiyi vereceğim” der.

“Macarların Bizans’a yardım edeceği tehdidi ve Batı filosunun yardıma geleceği sözleri Mehmet’i oldukça düşündürmüştü”. Diğer yandan askerin muhasaradan usandığı gerçeği de durumun vahametini arttıran bir işlev görüyordu. Bu nedenle hemen aynı akşam (27 Mayıs) Divan-ı Hümayun’u toplayarak ne yapılmasını gerektiğini karara bağlamaya çalışır. Osmanlı kurmayı, hemen toplanan “Divan”dan savaş kararı çıkması üzerine, Macar elçisi geri gönderilmeyip, hemen hayata geçirilecek olan genel taarruzun sonuna kadar alıkonur.

Divan’dan topyekûn saldırı kararı çıkar. Şehrin kendisi hariç her şey askerlerin olacaktır; üç gün boyunca askere yağma serbestiyeti ilan edilir. Bir an önce bu iş bitirilecektir. 28 Mayıs’ta küçüklü büyüklü tüm komutanlara hitaben Mehmet, kesin konuşmasını yapar.

Bizanslıları sürekli savaş durumunda tutup savaşamaz hale getirmek, gerçekten de Fatih’in, son saldırı için temel taktiği olacaktır.

Fatih’in “her türlü mal ve ganimetlerin kendilerine, yalnız arazi ve resmi binaların kendisine ait olacağını” belirttiği konuşmasını, “bir kat daha askere cesaret vermek için kaleye ilk çıkacak olan gazilere tımar ihsan edeceğini, kaçmaya teşebbüs edenlerin ise derhal boyunlarını vuracağını” ilan eden tebliğ takip eder.

İki taraf da genel saldırı için son hazırlıklarını tamamlar. İki taraf da aynı Allah’a ayrı peygamberler aracılığıyla dua eder ve zaferin kendisine bahşedilmesi için yalvarır. Osmanlılar Bizanslılar için “fena dinsizler” idiler ve Allahlarından kendilerini onlara karşı korumasını istiyorlardı. Bizanslılar da Osmanlılara göre “kafirler” idiler ve aynı Allah’a onları yenmesi için kendilerine yardım etmesini istiyorlardı. Allah hiçbir şekilde konuşmuyor, ortaya çıkıp kimseye bir şey demiyordu. Ama birileri onun adına konuşuyor, rüyalarında O’ndan haber getiriyor, gaipten O’nun sesini alıyorlardı; “onlar dinsiz!”, “onlar kafir!”, “fethedin onları, karşı çıkıyorlarsa vurun, çünkü benim kanunlarımı çiğniyor o kafirler, onlara ve mallarına ve ülkelerine el koyun, çünkü her şey benimdir ve benim gerçek temsilcilerim sizlersiniz!” diye emrettiğini söylüyorlardı…

Oysa bir Tanrının, yarattıklarının birbirlerine böylesi vahşetle saldırmalarını asla isteyemeyeceğini, bu en az diğeri kadar iyi ve kötü, en az diğeri kadar haklı ve haksız insancıkların birbirlerine zulmetmelerini emretmeyeceğini düşünemiyorlardı. Onun “öldürün, fethedin!” diyen sesi yoktu, hiç olmamıştı, ama her şeyi “onun adına” yaptığını söyleyenler vardı.

II. Mehmet’in uyguladığı saldırı düzeni çerçevesinde Osmanlı ordusunun hücumu üç kademede gerçekleştirilir.

Birinci kademe saldırı, içlerinde muhtemelen Hıristiyan yardımcı kuvvetlerin de yer aldığı hafif silahlı birliklerce yapılır. Bunlar idealistlerin yanı sıra çapulculardan, şeyhlerinin ve beylerinin emriyle gelen Türkmenlerin yanı sıra Osmanlı tebası olana Hıristiyan köylerinden zorla getirilenlerden oluşturulan düzensiz birliklerdir. Francis’e göre, bunlar, çok genç veya yaşlı, muharebe kudretleri az erlerden mürekkep birliklerdi. Görevleri düşman birliklerini mümkün olabildiğince yormak ve tabii surların dibindeki hendekleri olabildiğince doldurarak sonrakiler için yolu düzlemektir.

Ara vermeden ikinci kademe savaşçılar ileri atılır. Bunlar öncekilere göre daha iyi silahlanmış, askeri eğitimden geçmiş, savaş tecrübesi olan, kargı ve kalkanlarla donanmış, bir kısmı zırhlı olan Anadolu ve Rumeli piyadeleridir. Tıpkı öncekiler gibi, ama bu kez arkadaşlarının ölüleri ve yaralılarıyla doldurduğu hendekleri çok daha rahat aşarak merdivenlerini surlara dayayıp, çok daha yorulmuş bir düşmana karşı cansiperane bir savaşa başladılar. Fatih bu ikinci dalganın da mevzi kazanma gücünü yitirdiğini görerek geri çeker: ancak saldırı durmaz.

Artık sıra Osmanlı’nın Hıristiyan toplama çocuklarından oluşturulan profesyonel ordusu yeniçerilere gelecektir. Çağının en iyi silahlanmış ve en iyi eğitilmiş gücü olan 12 bin yeniçeri, diğer desteklerle birlikte kalenin en zayıf noktalarına saldırıya geçer.

Nihayet Justinyani’nin yaralanması, Bizans askerleri üzerinde pek kötü bir etki yapmış ve Konstantin askerlerinin bozulmasına sebebiyet vermemek için savaş biraz hafifleyinceye kadar orada kalmasını Justinyanus’tan rica etmişse de askerler set ve surların korunmasını bırakarak reislerini ve kendilerini kurtararak gemilerine kaçmaya başladıklarından, Konstantin’in verdiği emirlerin hiçbir tesiri olmamıştı.

Savunmanın efsanevi komutanı Justinyani’nin savaş alanını terk etmesi, bunu gören Bizans askerleri ve özellikle ön surlardaki savunmaya olumsuz etki yapacaktı.

Osmanlı bayrakları surların değişik yerlerinde dalgalanmaya başlar. Gün ağarmıştır. Osmanlı askerleri değişik noktalardan kaleye girer. Bir müddet sonra şehir resmen düşer. 1125 yıllık, dünyanın en uzun ömürlü devleti Bizans sona erer

Kaynak: Cumhuriyet Kitapları-8. Baskı : Aralık 2006
belgesi-1827

Belgeci

Share
Published by
Belgeci

Recent Posts

BİOGAZ

İnsanoğlunun çok süratli bir şekilde artan ihtiyaçlarına cevap veren sosyal ve endüstriyel gelişmeler, beraberinde bazı…

6 saat ago

Boşaltım Sistemi

Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım…

18 saat ago

Atatürk ve Spor

Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük…

1 gün ago

Atatürk’ün Hayatı

 Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.…

2 gün ago

Özdeşlik

Bir şeyin başka bir şey değil de zorunlu olarak kendisi olması; bir şeyin kendisiyle bir…

2 gün ago

Uyurken Beynimiz Neler Yapıyor ?

Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı…

3 gün ago