Fatih iktidara geldiğinde, Bizans İmparatorluğu, İstanbul şehrinin sınırlarına kadar küçülmüş bir devletçik durumundadır. Siyasal olarak kuşatılmışlığı, askeri olarak güçten düşmüşlüğü, ticari olarak bile önemini karşı kıyıdaki Galata’ya yitirmişliği yetmezmiş gibi son yüzyıllarını birbiri peşi sıra gelen işgal, yağma, deprem ve salgın hastalıklarla geçirmişti. 700 binlere ulaşan nüfusundan 70 bine, koskoca bir imparatorluğun merkezinden, çevresinde kala kala birkaç kale ve bir düzine köye hükmedebilen bir şehir devletine dönmüştü.
Yeni Osmanlı padişahı II. Mehmet (Fatih), Rumeli Hisarı’nı yaparak şehrin son ekonomik canlılığını da ortadan kaldırmış; bu da yetmezmiş gibi, son günlerde şehrin çevresindeki son Rum yerleşimlerini bir bir işgal ediyordu.
6 Nisan sabahı bir insan denizi olarak gelip Marmara’dan Haliç’e kadar tüm sur boyunca karşılarına dikilecek olanlar, “Ya şehrinizi ya da canınızı!” diyeceklerdi onlara; Padişah öyle istiyordu, tek kentinizi başkenti yapmaya karar vermişti!
Roma İmparatorluğu’nun mirası olarak “İmparator” lakabını kullanan bu şehrin kralı, her yurtseverin yapması gerektiği şeyi yapacak ve kapıları kapatıp şehrini savunmak üzere seferberlik ilan edecekti. 53 gün sonra Osmanlılar şehre girerlerken, o da elde kılıç savaşırken ölecekti.
Esasen Katolik Hıristiyanlıkla Osmanlılar arasında seçenek arayışı noktasına gelmiş bir Bizans söz konusuydu. Ancak aynı kesinlikte olan bir diğer durum da, halkın dikkate değer bir kesiminin, İmparator ve onun patriğine rağmen, “Kardinalin şapkasını görmektense Osmanlı’nın sarığını tercih” eden bir konumu söz konusuydu. Kuşkusuz halkın bu kesimi, İstanbul’un işgal edilmesini istemiyordu; ancak, 1203’teki Katolik işgalinin o korkunç anıları ışığında Katoliklerle uzlaşmanın Osmanlılarla uzlaşmaktan bile kötü olacağını düşünüyorlardı.
Dünyayı güçle ele geçirme peşinde koşan tüm diğer imparatorlar gibi II. Mehmet de, hazırlıklarını tamamlayıncaya kadar hep aşağıdan almış ve barıştan söz etmiştir.
Konstantin Fatih’e son kez elçi yollayarak, “Harbin önünü almaya muvaffak olamadım. Yeminlerle ve müdahalelerle seni ikna edemedim. Binaenaleyh istediğin gibi hareket et. Ben Allah’a iltica ediyorum. Eğer Cenab-ı Hak şehri senin eline vermek istiyorsa kim engel olabilir? (…) Muahadelerini ve yeminlerini geri al. Ben şimdiden şehrin kapılarını kapattım. Ve gücüm yettiği kadar şehrin içinde bulunanları muhafaza ve müdafaa edeceğim” der.
Barış resmen sona erer. Savaş resmen ilan edilmiştir ama kışın geçmesi gerekecektir. Konstantin bu sırada çevredeki halkı ve harman yerlerindeki buğdayları mümkün olabildiğince şehre aktarır. Bizans Avrupalı krallara elçiler yollayarak kendisine acil yardım çıkarılmasını ve Katolik dünyasıyla birleşmek isteğini iletir.
Bu savaşı daha Rumeli Hisarı’nı yaptığı andan itibaren Osmanlı başlatmıştır aslında. Adeta artık, “sadece kıyılar değil boğazların kendisi de bana aittir ve bana rağmen, benim çıkarıma aykırı olarak ve bana haraç ödemeden buradan geçmeyi yasaklıyorum!” demektedir.
Dukas toplanan askerlerin sayısının 400 bine vardığını iddia ederse de bu rakam abartılıdır. Hammer ayrıntı vererek, Osmanlı ordusunun 100 süvari merkezde, 100 bin piyade sağda, 50 bin piyade solda olmak üzere 250 bin kişiye ek olarak 10 bin kişilik yeniçeri ve Zağanos Paşa’nın Haliç’in karşısında mevzilenen kuvvetlerinden söz eder.
Francis, Osmanlı kara ordusu için, 258 bin gibi çok kesin bir rakamın yanı sıra 420 değişik ebatlarda gemi olduğunu yazar. O sırada içerde olan birisinin Osmanlı askerinden bu kadar kesin bir rakamla söz etmesi inandırıcı değildir. Buna karşılık gemilerin sayılabilmesi mümkündür. Bununla birlikte bu sayının da abartılı olması muhtemeldir. Ancak öyle olduğunu farz etsek bile, Osmanlı gemi teknolojisi ve deniz savaşı becerisi oldukça geridir. Nitekim Venedik gemilerine ve Haliç’teki zincire karşı bir şey yapamamış, hatta Haliç’e girilmesi sonrasında bile şehrin işgalinde kayda değer bir işlev görememiştir.
Belirlenen kaynaklardan hareketle Osmanlı ordusunun en az 150 bin, ama asıl güçlü bir olasılıkla 200 bin civarında olduğunu söyleyebiliriz.
Buna karşılık Bizans’ın askerleri Hammer’de 8, diğer kaynaklarda ise 7-9 bin kişi arasındadır. Francis çok net rakam verir; 2000 destek gücü, 4973 Rum askeri olmak üzere toplam 6973 kişi.
Eğer diğer verilerinde abartı olmasaydı Bizans askerleri için en güvenilir kaynak olarak Francis’e inanmamız gerekecekti; çünkü Konstantin’in en yakınlarından biri olması yanı sıra asker sayımlarını derleyen kişi durumundadır.
Sonuç olarak en iyimser ifadeyle bile Bizans ordusu 15 binin altındadır. Dolayısıyla her durumda iki ordu arasındaki fark korkunçtur. Rumların gemi sayısı 14’tür; ancak daha gelişmiş bir teknolojiye sahiptirler.
Savaşta Osmanlı’nın temel kozu toplar olacaktır. Buna karşılık direnişin önemli oranda uzamasını sağlayan Bizans’ın kozu da, şehrin surlarının oldukça mükemmel oluşudur. Rahatlıkla söylenebileceği gibi top teknolojisi ve büyüklükleri söz konusu olmamış olsaydı, mevcut surlarıyla Bizans daha uzun yıllar Osmanlı’nın içinde bir adacık olarak yaşamaya devam edecekti.
Kaynak: Cumhuriyet Kitapları-8. Baskı : Aralık 2006
belgesi-1826
Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım…
Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük…
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.…
Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı…