Dil bir milletin kimliğidir. Milletin en belirgin en açık kültürüdür. Ve aslında dil en önemli kültürdür. Dil olmadan bir milletin varlığından bahsetmek imkânsızdır. Destanları, fıkraları, ninnileri, türküleri dili oluşturur, dil bunları oluşturur. Milletler özgünlüğünü dille sağlar. Tarih sahnesindeki varlıkları dille ölçülür tarihi süreklilikleri dille sağlanır. İsmail Gaspıralı “Lisan Meselesi” adlı yazısında “Milleti millet eden iki şeyden birinin “tevhid-i lisan” olduğunu söyleyerek bunların “her kaysı olmaz ise veya ki bozulur ise millet payesinden, derecesinden düşer; belki inkıraza yol tutar” demektedir.
Dil kişinin düşünme, algılama, ifade etme aracıdır. Dil olmadan düşünme olmaz, düşünce olmadan ifade etme olmaz. Ünlü düşünür Wittgenstein: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” Derken kendini aşan ve dünya ölçeğinde anlamaya, anlamlandırmaya çalışan bir düşünür olarak karşımıza çıkar. Bu anlamlandırmanın ön şartı ise dildir.
Dil bir milletin iskeletidir. İskelet ne kadar sağlam ise kalıcılığı ve sürekliliği o kadar uzun olur. Bu iskeletin eti, organları ise edebiyatıdır. Edebiyat dilin yansımasıdır. Aynadaki yüzümüzdür. Bu yüzün sağlam ve etkili olabilesi için dilin korunması ve yaşatılması gerekir.
Dil yaşayan bir organizma olarak düşünülmelidir. Dil toplumu yaşattığı gibi toplumun da dili yaşatması gerekir. Birbirine yabancılaşan bir toplum ve dil birbiriyle olan bağını koparmış olur. Geçmişiyle bağı sağlamanın en önemli unsuru dildir bu bağlamda. O halde dil demek dün demek, dün demek dünü anlayıp geleceği kurgulamak demektir.
İngilizler Shaekspeare’i, Almanlar Goethe’yi, Fransızlar Balzac’ı, İtalyanlar Dante’yi rahat okuyabiliyorlarsa bu dilin özgünlüğünü korudukları içindir. Özgünlüğünü koruyarak geliştirmek gerekirken sadece birini yapmak ya dünle bağları koparır ya da bugünle olan hesabımız aksar.
Dilin korunması ve geliştirilmesinden bahsettik. Dil hassas bir birikimdir. Birikimdir çünkü her devirde üzerine bir şeyler de eklenmektedir. Eklenenler ise o milletin karakteri ve yaşam biçimi hakkında bize bilgi verir. Toplumsal olarak değer verdiklerini dillerine bakarak anlayabiliriz. Çağımız Alman feylesofu Erich Rothacker’in bu konuda verdiği örnekler çok ilginçtir: Çölde yaşayan Gaucho’ların dilinde at rengiyle ilgili 200 kelime ve deyime karşılık, yalnız dört bitki adı varmış. Kafferlerin dilinde, kahverenginin tonları için 500 den fazla kelime; Maorilerinin dilinde 3000 den fazla renk adı ve kuzeyde yaşayan Litvanya dilinde grinin tonlarını karşılayan 80 kelime varmış. Bir Alman köyünde kullanılan kelimeleri saymışlar; duyum organlarıyla kavranabilen varlıklarla ilgili 4260 kelimeye karşılık 460 soyut kavram bulabilmişler. İngilizce’de “gönül” kelimesi bulunmazken Türkçe’de baş tacı bir kelimedir.
Şimdi Türkçe’nin iki büyük sorununa giriş yapabiliriz. İlki geçmişi ile olan bağının koparılmasıdır. Dünü anlayabilmek için dilin yaşatılması gerekir. Kelimelerin tarihi eskidir. Yüzlerce yılda meydana gelen ve anlam kazanan kelimeler bir anda dilden çıkartılmamalıdır. Yerini doldurmak zordur. Yapay kelimelerle köşe kapmaca oynamak Tarzanca bir dilin oluşmasına neden olur. Düşünce ve duyguların ifade aracı olan dilden kelimeleri yapay olarak çıkardığınızda düşüncelere pranga vurmuş olursunu. Bu sorunu aşılması için eski eserlerin yaşatılması ve eski kelimelerin kullanılması gerekir.
Bir diğer sorun ise günlük kullanımdaki kelimelerdir. Elden geldiği kadar Türkçe karşılığı olan kelimeleri kullanmak gerekir. İnternet dili gibi kesik, kısa, anlamsız bir dil kullanmak dilin kısırlaştırılması demektir. O halde dilimizi daha güzel kullanmamız gerekir.
Ortalama 250 kelime ile yapılan konuşmalarla bu sorunların nasıl aşılacağı ise ayrı bir tartışma konusudur. Japonya’da günlük bir gazetenin okunabilmesi için 40.000 kelimenin bilinmesi gerekir. Bizim ilköğretimlerden mezun olanlar ise 6 ile 7 bin kelime ile muhatap olabilmektedirler.
Okuma kültürünün gelişmesi, okuma kültürüyle beraber nitelikli eserlerin okunması, geçmişe yabancı gibi bakılmaması dilimizle ilgili sorunları aşılmasında büyük katkılar sağlayacaktır.
belgesi-2405
Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım…
Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil, dünyanın en güçlü günlük…
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.…
Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!) adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı…
Stres bağışıklık sisteminin ve genel direncin zayıflamasına neden olur. Duygusal dengeyi dengeleyen faktör ise sizin…